Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Başak Günaçan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başak Günaçan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2014 Salı

Çiz (ebil) mek ve 1 "Nokta" :)

Resim yapmak/yapabilmek konusunda yazacak o kadar çok şeyim var ki.
En en en başa gidecek olursam ilk okul yıllarındaki resim öğretmenimiz Müge Süel'i buradan selamlamadan geçemem. Hatta bence içimdeki resim aşkının tohumunu ektiği için kendisine kocaman sevgilerimi gönderebilirim. Bir resim yarışması vardı ve katılmak isteyenleri bahçeye çıkarmıştı, önümüze de bolca kalem ve beyaz kağıt koymuştu. Çizdiğim resimle ilgili tek hatırladığım şey insanın yüzündeki renkli katmanlardı :) "Bir insan böyle olabilir mi?" diye sormuştum, Müge Öğretmen de "Sen çizersen, olur" demişti. Tam burada insanın aklına "Nokta" ve "Mış gibi" kitapları geliyor. Henüz buraya yazmadım ama sevgili Ayşe pek güzel anlatmış, kitapların konusunu merak ederseniz buradan okuyabilirsiniz. (Bu arada o yarışmada 3. olup Redhouse'dan sözlük kazanmıştım, hala duruyor.) Niye boya kalemleri vermemişler ki, bak şimdi geldi aklıma :) "Sen iyi resim yapıyorsun, güzel de İngilizcen nasıl acaba? Al sen biraz sözlük çalış" mı demişler bana? Çok kötüyüm değil mi :)

Kendimi bildim bileli hep bir şeyler çizdim. Çizdim derken de "kendi halimde" kısmını eklemezsem olmaz. Daha önceki yıllarda çizdiklerimden pek azı kalmış bana. Onlar arasından buraya koyabileceğim bir şey seçemedim. Kötü olduklarından değil de çok karamsar olduklarından. Kendimi iyi hissettiğimde çizmemişim sanırım :) Son 2-3 yıldan bulduklarım da şöyle:





Analiz yapabilenler varsa yorum kısmına beklerim. Bana soruyorsanız kafam yine karışıkmış derim.
Geçen günkü yazımda hani süper bir şeyler bulduğumdan bahsetmiştim. Sahiden de o gün hava çok kapalıydı, soğuktu ve ben kendimi çok yorgun hissediyordum. Canım ne kitap okumak ne de bilgisayarı açmak istedi. Elimde kahve etrafa boş boş baksam daha iyi diye düşünürken "Neden bir şeyler üretmiyorum ki?" dedim. Kafamda 5000 waltluk bir ampül yandı ve kendimi boya kalemlerimle masada buldum. Nereden başlasam, ne yapsam derken de sayfalar birbirini kovaladı. Kimini çok sevdim, kimine de çizdikten sonra dudak büktüm. Sadece o güne özel bir şey miydi acaba derkeeeen fark ettim ki benim en büyük eğlencem çizmek olmuş; yaşasııın :)
Şu an Elif uyusa, uyuduktan sonra hemmen çamaşır-yemek-tuvalet-acil iş ne varsa hallet'ten sonra elimde kahve masanın başına oturuyorum. Bir heyecan bende :) Yaptıklarımdan da burada paylaşmak için seçtim ve hatta üşenmeyip boya kalemlerim, faydalandığım kitaplar, çizimlerim tüm hepsini Nikon ile çektim. Büyük mutluluk kaynağı bunlar benim için.
*Kitaplar demişken, Berger'in Görme Biçimleri kitabını okumayanlara çokça tavsiye ederim.


Kendimde eksik gördüğüm şeyler:
- Sabrım az, hemen çizeyim, bitireyim istiyorum.
- "Nokta" kitabından sonra nokta yapmaya başladım ve nokta yapmanın hem zor hem de sabır geliştirici olduğuna karar verdim.
- Perspektif duygum sıfır. Hatta öyle bir şeyin varlığından bile haberim yokmuş. Dünyayı nasıl algılıyorsam artık :)
- Bir şeyin simetriğini çizemiyorum. Yani mesela kulak yaptıysam sağ tarafa sol tarafın kulağı illa ki eğreti oluyor. Neden acaba?
- Bakmadan çizdiğimde daha rahatım, özgürüm ancak o çizimlerde ne çizdiğimi anlatabilmek için ok yapıp "işte bu da fil" demem gerekebiliyor :) Şimdilik bakarak çizmeye çalışıyorum.
- Boya kalemlerimi çok ama çok seviyorum, bazen onları yemekten korkuyorum :)


Hayvanları konuşturmayı seviyorum ve onlara hikaye yazmayı da. Çizdiklerim arasında en en en çok şunu beğendim mesela. Hemen yavrum gibi oldular :)

Diğerlerini de ekleyeyim de tam olsun bari :)
Her şey bu çizimle başladı bu arada :)


Ah Elif Ah :)

O gün evde karnabahar vardı da, çok mu anlaşılıyor :)

Bu gemiyi de çok sevdim kiiii

"Nokta"dan aklıma gelenler...

Bu kadar noktayı sabırla yaptım, tebrik ediyorum kendimi :)
Sevdiğim çizerlerden de bahsedeyim, yoksa bu yazı eksik kalmış olur :)
Semracan'ın karikatürlerini çok beğeniyorum.
Yabancı çizerlerden Wave abla-Suzy Lee ve Shaun Tan(O Kızıl Ağaç'ı da buraya eklemem lazım.)
Türkiyeden, kalbimde ayrı bir yeri olan Ayşe İnan Alican, detay çizimine hayran olduğum Başak Günaçan, "Bir insanın nasıl böyle bir hayal gücü olabilir" dediğim Beyhan İslam, Bilim Çocuk'u bir zamanlar alma sebebim: Pino, Bengi Gençer, Usta'dan ayrı düşünemediğim Ezgi Keleş, Araştırmacı Çocuk dergisinin eğlenceli yüzü Anıl Tortop, yaratıcılığını takdir ettiğim Gökçe Yavaş, ŞuŞu veee tabii ki haaarika eğlenceli çizimleriyle Özlem var :) * Unuttuğum olduysa affola...

Amacım harika bir çizer olmak değil bu arada. Sadece üretmek, keyif almak, bambaşka açılardan hayata bakmak, zihnimi boşaltmak, eğlenmek ve bolca nokta koymak :)

Kısacası ben bu ara Yeni Yıl kartlarını hazırlarkenki üretim halime geri döndüm. Tabii ki Elif uyuduğunda öyle 2-3 saat aralıksız uyuyan bir bebek olmadığından (gündüzleri hiç olmadı bu durum) çizimlerim çokça bölünüyor. Ama o an'ların kıymetini daha çok biliyorum sanki. Ve Esen burada yine aklıma sen geldin, evet sahiden bir şeyler üretmek insana kendini çok daha iyi hissettiriyor :)
Çizim defterim, kalemlerim, kahvem ve arada kaçamak yaptığım -kesin karabalıkla girdiğim bir iddiadan kazanmışımdır- halleyim yanımda... Çok şükür, daha ne isterim ki :)

* Bir de unutmadan yağlı boya resimleriyle yeteğin kendisinde olduğunu kanıtlayan ve o yetenekten bana bir şey bırakmayan canım kardeşime sevgilerimi, "keçeli kalem" burcu'ya da selamlarımı gönderiyorum :)
** Bu arada Elif bugün emekleme başladı. Bir sabah uyandı ve "bugün emekleyeceğim" dedi galiba, zaten saat 6.30 bile yoktu :) İki gün öncesinde de ilk dişi patladı. Bir anda değişti sanki yavrumuz, maşallah büyüyor. Çok sevinçliyiz ev'cek. babasının heyecanına ortak oluyorum desem yeridir çünkü o sanki ikimizin yerine de bolca heyecan yaptı :) 
Devamını oku »

1 Aralık 2014 Pazartesi

Şuşu'nun Hem Üç Tekeri Hem Dört Tekeri ve tabii bir de Can :)

Bazı kitaplar var, okudukça okuyasım geliyor.
Neden bilmiyorum her seferinde farklı bir duygu açığa çıkarıyor bende.
Bu ara mutluluk kaynağım da ŞuŞu :)
Sebebi de var elbette.
Şuşu'yu Elif'e o kadar çok okumuşm ki- cidden farkında değilim- Elif benim mimiklerimi, el-kol hareketlerimi kapmış. Bugün fark ettim. Bebeklere kitap okumak çok güzel ancak her kitap bu kategoriye uygun olamayabiliyor. Ya yazıları uzun oluyor ya konusu bebeğin ilgisini çekmiyor(buna kesinlikle inanıyorum) ya da resimleri cezbetmiyor. Halbuki Şuşu tam bize göre. Her sayfada birkaç cümle var, konusu çok eğlenceli ve resimleri de çok şekil :) Bir de yazarını tanıyorum diye hava atayım tam olsun. Gerçi herkes tanıyor Yıldıray'ı çünkü kendisi BDK'nın kapaklarından biri :)
Sevdiğim insanlardan harika işler çıkınca çok mutlu oluyorum.

Gelelim bugüne.
Bugün yine Elif'e Şuşu'yu okurken "yaşasııııın" diye bağırdığımda kollarımı kaldırdım(farkında değilim) bir baktım ki Elif sıpası da aynı şeyi yapıyor. Tesadüf heralde dedim. Birkaç denemeden sonra anladım ki durum tesadüf değil. Nasıl mutlu oldum anlatamam.
Çocuklar sahiden oyunun içinde öğrenirlermiş ya, sanırım o hesap. Yoksa "yaşasın" dendiğinde kollarını kaldırması için bir uğraş vermemiştim hatta bunun farkında bile değilim. (demek ki ben böyle şaşkın devam edebilirim halime)
1. kitap yani "Şuşu ve Üç Tekeri"nde Şuşu ile tanışıyoruz hem de doğum gününde. Yaklaşık 4-5 yaşlarında sanırım ve oldukça heyecanlı bir kız. Dayısıyla önce muhallebiciye gidiyorlar sonra da tabii ki oyuncakçıya. Ve oradan aldıkları üç tekerden eve gidene kadar inmiyor Şuşu. Hatta evde bile inmiyor üzerinden. Sonra da... Sonrasını anlatmayayım orası da size kalsın ama okuması/canlandırması pek keyifli. O yüzden "yaşasııııın" diyoruz :)

Bu kitaptaki muhallebici, üç teker, doğum günündeki aile birliği, nenenin/teyzenin/halanın ayrı ayrı söyledikleri gibi detayları çok sevdim. Nine tam bir nine :)
Resimlerdeki ayrıntılardan da bahsetmeden geçemem. Dayısının kapının önündeki yorulmuş dili dışarıda haline çok güldüm. ŞuŞu uyurken etrafındaki tüm oyuncakların da uyuması çok tatlı :) Oyuncakçıda resmen Moli ile Olaf ve Kedimiyo'yu gördüm, selam verdim onlara da. Ağaçta oturmuş örgü ören siyah bir karga var, onu keşfetmek bile keyif verdi.Hatta aynı kargayı Şuşu'nun penceresinde bile gördüm, gerçekten! Klasik bir ev halinde dede ve baba ne yapar? Tabii ki tavla oynar :) Hemen her karede yer alan minik yuvarlak oyuncakların birbirini çekiştirmesi de ayrı bir neşe katmış. Kısacası resimlerine bayıldım.

2. Kitabın beni bu kadar çok etkileyeceğini de hiç düşünmemiştim. "Dört teker" denince aklınıza ne geliyor, en başta onu sorayım. Benim aklıma yine bisiklet gelmişti hani kenarlarına destek yapılır ya, o sanmıştım. Halbuki Yıldıray'ın dört teker olarak adlandırdığı ve hikayede "normal/sıradan" olarak anlattığı şey aslında tekerlekli sandalye. Ve bu dört tekeri süren de Şuşu'nun parkta tanıştığı Can! Tanışma demişken işin içine azıcık aksiyon da girmiş olabilir. Bu kitapta en çok, Can ile Şuşu'nun sorgusuz sualsiz kaynaşmalarını sevdim. Hani biz büyükler çekiniriz hatta acırız yaklaşamayız ya çocuklar hiç öyle değil. Bence bu güzel bir şey ve bu kitaptaki bu "sıradan"lık bana farklı ufuklar kattı. Kitabın sonunda "anne/baba ve öğretmenlere" diye bir bölüm var; onu özellikle buraya eklemek istiyorum. Bence bu metni hepimiz okumalıyız.

Geçen gün Elifle yolda yürürken yanımızdan tekerlekli sandalyeli bir teyze geçti. Elbette ki kaldırımda gidemiyordu çünkü kaldırımlar bizim gibi yayalar için değil, olsa olsa şekil amaçlı yapılmış şeyler ne yazık ki. Yani mecburen ikimiz de yoldan gidiyorduk ve arabalar geçtikçe kenara çekiliyorduk. Bana gülümser gibi olduğunu hissettim. Önceden olsa belki daha çok çekinirdim ama Şuşu'yu okuduktan sonra ben de teyzeye kocaman gülümsedim. Yanlış anlamayacağını bilsem onunla konuşmak isterdim. Tekerlekli sandalyede olduğundan değil ama bu kadar insan içinde bize kendisi ilk önce gülümseyen nadir biri olduğundan. Aslında bu konuda söyleyecek çok lafım var ama yeri burası yani bu kitabın olduğu sayfa değil, bambaşka bir yazıda içimdekileri dökmek istiyorum.


"Bunun neden pedalı yok?" diye sordu Şuşu.
"Bu bisiklet değil, tekerlekli sandalye de ondan, akıllım" dedi çocuk."

Gelelim çizimlere, yaşasııııın :) (Bu ara bizim evin en favori cümlesi)
İlk kitaptaki 3 minik oyuncak bu kitapta da var :) Unutmadan şunu da söylemek istiyorum; bence resimli çocuk kitaplarında çizerin başarısı çocuklar okuma-yazma bilmediği dönemlerde (belki 3-4 yaş civarında) onların sadece resimlerine bakıp o kitabın dünyasına girebilmelerinden geçiyor. Ve bu kitap da bunu çok iyi başarıyor. Şuşu hareketli bir kız ve dur durak bilmiyor; bu çizimlerde o kadar tatlı yansıtılmış ki her sayfada bir hareket var :)
Parkta geçen bir sayfada arkada görme engelli iki kişiyi ellerinde çubuklarıyla fark ettim. Çok minik bir detay gibi belki ama aslında değil.
Zıplayan kurbağaları da çok sevdim.
Şu 3 minik oyuncak bana sanki Şuşu'nun tüm kitaplarında olacak, bu da bir devamlılık sağlayacakmış gibi geldi. "Yaşasııın" :)
 Aklımda sorular olunca "1 kitap 1 Mektup" etkinliği düzenliyorum biliyorsunuz hatta Yıldırayla "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabı ve "Dünyalı" dergi olarak iki tane röportajım var. İşte tam da o sebepten Şuşu ile soru sormaya çekindim. Ama kim bilir belki Şuşu'nun birkaç kitabından sonra kapısını çalabilirim :)
Bu kargaya da bayıldım :)

Devamını oku »