Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




6 Şubat 2015 Cuma

Fare Yutmuş Ejderha :)

Bu başlığı gören, bir çocuk kitabı hakkında yazı yazacağım sanmış olabilir :) Ama değil.
Hayatımda aldığım en özel kartlardan biri hakkında bir şeyler yazacağım. Aslında yazmama gerek var mı bilmiyorum, sadece fotoğraflarını koysam yetmez mi?
Bence yeter.
Elif'in kopardığı ve bizim geri yapıştırdığımız parçayı görebildiniz mi?





Sevgili Berna'nın 8 yaşındaki kızı Ekin'e ait bu çizimler. Çok seviyorum kendisini, çizimlerini, gülüşünü, tatlılığını, biiir dolu kitap okumasını. Bana hep Elif'i hatırlatıyor ve "büyüyünce benim kızım da böyle iyi yürekli olur mu acaba?" dedirtiyor :)
Çok teşekkürler size...Sevgiler.
Devamını oku »

Hoş geldin "Park Anneleri" :)

Çok devrik bir başlık yazdığımı biliyorum, içimden böyle yazmak geldi.
Hayatımın hiçbir döneminde çok girişken biri olmadım hatta inanılmaz çekingendim, hala da öyleyim. Yazarken mesajlarda, maillerde ne kadar "rahat"sam, konuşurken de o kadar kasılır sıkılırım. O yüzden de biriyle buluşacağım zaman biraz gergin olurum. Oysa şimdi her şey değişti. Sağolsun Elif tüm düzenimi alt üst etti. Sokakta arabasıyla yürürken sanki "bu mahalle benim, heey amca nasılsın, oo teyze sizi de uzun zamandır görmemiştim" havalarında herkese-istisnasız- laf atıyor, millet yolunu çevirip Elif'in yanına geliyor. Çoğunda da konuşmaya başlıyor: "de-de-de, ba-ba-ba" diye ve gülüyor. Böyle olunca da birçok insanla konuşmak zorunda kalıyorum. genelde sadece gülümsüyorum çünkü birçoğu "hiii, bu soğuk havada annen seni dışarı mı çıkarmış" diyor(hava kaç derece bilmiyorum ama az rüzgarlı ve güneşli olsa da bu cümle hiç değişmiyor) Kimseye ayak üstü laf anlatmak, yok şöyle yok böyle demek gelmiyor içimden. Kimseyi kırmıyorum da sadece "yok, üşümüyor" diyorum, geçiyorum. (Eve geldiğimizde çoğunlukla Elif sıcacık oluyor, bense üşümüş oluyorum.)Birkaç haftadır da Elif salıncakta sallanıyor ve haliyle park artık bizim için bambaşka bir hal aldı. Kaç metre olduğunu henüz ölçemedim ama epey uzaktan sevinç nidalarına, çığlıklara, el-kol hareketlerine başlıyor. Hava iyiyse ve az uyuduysa (bu ara hep az uyuyor) mutlaka 2 kere dışarı çıkıyoruz. Bugün de öyle oldu. Öğleden sonra dışarı çıktığımızda Elif'i salıncakta sallarken arka arkaya şu soruları soran bir ablaya sırf Elif'in bol gülücüklü sosyalleşmesi yüzünden maruz kaldım :)
- Kaç yaşında? - Öğlen sıcakta niye çıkarmadın da şimdi soğukta çıkarıyorsun? - Üşümez mi soğuk zeminde? - Kim bakıyor? - Çalışıyor musun, nerede? - iznin ne kadar, ne zaman işe döneceksin? - Sen işe dönünce kim bakacak? Kreş en iyisi... - Emziriyor musun? - Günde kaç kez uyuyor? - hep böyle gülüyor mu? - Eviniz kira mı?........ Abarttığımı sanmayın, kısacık 5 dakikada bana bu sorular soruldu hem de hiç tanımadığım biri tarafından. Tecrübeli anneler bana kıs kıs gülüyorsunuz değil mi? "Bu daha başlangıç esoşçum" diye. ben de işte onu bildiğim için bu yazıyı yazdım ya,korkuyorum dostlar :) Çoğuna gülümseyerek 1-2 kelimeyi aşmayan basit cevaplar verdim. Ama ne cevap vermek isterdim, buraya yazayım da rahatlayayım. Aslında  "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" nin çok faydası oldu bu cevaplar konusunda ama bunları karşımdakine söyleyebilmeye ne zaman cesaret edebilirim, hiç bilmiyorum.
1. cevap: cevaplamaya istediğim sorudan başlayabilir miyim, yoksa bir sıra tercihiniz var mı?
2. cevap: çantamda kısa özgeçmişimi taşıyorum, onu versem bana soru sormayı bırakır mısınız?
3. cevap: sorularınıza cevap vermeden önce ben de size soru sormak istiyorum: "nerede oturuyorsunuz, eviniz kaç oda kaç salon, kaç çocuğunuz var, yemek-bulaşık işleri hep sizde mi, kocanız ev işlerinde yardımcı oluyor mu, en son hangi kitabı okudunuz, yoksa hep dizi mi izlersiniz, hangi takımı tutuyorsunuz, gs-fb derbisinde kim kazanır, hı kuzum ne dersiniz?
İşte böyle bir şey...
Biliyorum siz benim gibi "saf" simaları pek seviyorsunuz "park annelerimiz" ama ben henüz bu kuşatılmaya hazır değilim-galiba-
Ben ne kadar asosyal biriysem Elif de o kadar sosyal, annelikle beraber bende de bir açılım olur mu acaba?
O değil de, ben çekingem/asosyal/tutuk halimi de seviyor(d)um :)


Devamını oku »

5 Şubat 2015 Perşembe

Çizimler-2 :)

Çizimlerim birikmiş de buraya eklememişim ne ayıp :)
Ben de çaktırmadan "çizer" oldum ya :) Bu çizimleri rica ediyorum gerçekten çizebilen -ki benim hiç ama hiç kıskanmadığım ühüü böhüüü- insanlar "okumasın".
Bir amaç için değil, aklımdan o an ne geçerse/canım ne isterse onu çiziyorum.











Geri kalanını da başka sefere sakladım. Bir de bugün çok şahane 2 kargo aldık Elifle. Kargocu amcalar/abiler Elif'i çok seviyor, hepsine gülüp laf attığı için olabilir tabii.
Bu iki kargoda neler olduğunu başka yazıda yazayım, buraya sıkıştırmayayım.
"Herkese mutlu günler" yazardım eskiden, çünkü o zamanlar yazılarımı gündüz yazardım şimdi hatırladım. O halde, iyi geceler diyeyim :)
Devamını oku »

4 Şubat 2015 Çarşamba

Günlerimin Mutluluk Sebebi :)

Aslında sadece fotoğrafı koyup kaçacaktım ki... Yok yok şuraya iki satır yazmazsam çatlarım dedim :) Bu ara nedense çoğu kişiden "iş"le alakalı bir şeyler duyuyorum. İşyerinden de telefon geliyor arada, kimisi sohbet için arıyor kimisi de "e ne zaman döneceksin" demek için (gül yüzüm için değil yani, iş için bekleniyorum) Ve kiminle konuşsam "Çok sıkılmışsındır" diyorlar. Ben cidden çok şaşırıyorum bu cümleye. Sıkılmak mı? Evde mi? Elifle mi? Günlük temiz hava ihtiyacımı aldıktan sonra ben evden çıkmayı hiç istemem ki. Televizyonumuz olmadığını yeni yeni öğrenen komşularımız şoka giriyor: "Hiii, napıyorsun o kadar saat bir başına?" "E, Elifle birlikteyiz ya" diyorum ama yetmiyor bu cevap.
İnsan üretme ihtiyacı duyuyor, o kabul. Ama ben bu ihtiyacımı Elifle, Elif uyuduğunda da çizim yaparak ve blogda bir şeyler yazarak giderebiliyorum. İş yeri zaten- benim açımdan- bir şeyler ürettiğim bir yer değildi. Ruhum da hiç orada olmadı.
Pespembe bir tablom da yok aslında ev hayatında. Ailelerimiz şehir dışında en başta. "Guk" desem gelebilecek insan sayısı Ankarada toplamda 3 kuzenden oluşuyor ve onlara da bayağı uzak oturuyoruz. Biz "uzak" olduğumuz için sık gelen arkadaşlarımız da yok. Komşularımız iyiler hoşlar ancak tarzlarımız o kadar farklı ki az önce sağolsun üst komşum kızıyla yiyecek bir şeyler getirmiş ve kapıdan Elif'i sevmeye gelmişlerdi. O sırada da Elif yemeğini henüz yemişti, masasından aldım ve kapıyı açtım ki, komşumun gözlerinin açıklığını buraya çizebilmek isterdim. "Eliiif, ne oldu kuzuum sana?" dedi. Sebebi Elif'in yoğurdunu da kendi yemesiydi :) Sonra anladı sebebini, "Hii, sen kendin mi yiyorsun yemeğini?" dedi. Çok şaşırdı. Ben onun şaşımasına şaşırdım :) O arada da Elif, komşunun kızına ayağıyla tekmeler savurarak "hadı gel oynayalım" pozu atıyordu. Yoksa komşularım çok şükür iyi insanlar, kahve vs içilebilir. Sadece bizde neden tv yok, bu soğukta Elifin dışarıda işi ne vb. şeyleri anlayamıyorlar :) Olsun, herkesle her konuda anlaşmamıza gerek yok değil mi? (*Pelin burada yazmak isteyip de yazmadığım şeyi sen anladın bence :)
Pembe tablonun diğer tarafında maşallah 10 aylık olmuş, içi kıpır kıpır keşfetme isteğiyle dolu, kollarımı ellerimi ısıran, saçlarımı tutam tutam yolan, düz duvara tırmanmaya çalışan, uyku konusunda oldukça kararlı "uyumayacaaaaam" şeklinde tabii :) , işte böyle bir Elif var.
Bazen adımı sorsan durup düşünecek kadar dalgınım; bazen de yatağa gitmeye üşeniyorum halıda kıvrılıp yatsam olmaz mı diyecek kadar yorgun.
Haftalardır belim ağrıyor ama bunun bir çözümü olmadığını, tipik bir annelik hastalığı olduğunu da biliyorum.
Kısacası yardım almadan, uzakta, bir başıma (gündüzleri), elimden geldiğince Elifi büyütmeye ve onunla büyümeye çalışıyorum.
Ama maşallah çok mutluyum.
Elif güldükçe ben kahkaha atıyorum.
Bu günleri gelmeyecek, biliyorum.
Elif hayatımıza girdiği için de her gün şükrediyorum.
Evet bazen bir "mola" istiyorum ama günlerimin mutluluk sebebiyle gün batımını seyretmeye de doyamıyorum :)

*Bir de dönüp dönüp bana gülmez mi "anneaa bak, güneş ne güzel batıyooor" diye...Ben, mest :)
Devamını oku »

3 Şubat 2015 Salı

Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri ve Büyüklere Mektuplar :)

"Sevgili anneciğim, babacığım;
Neden "daha çok" hatta "daha da çok" oyun oynayamıyoruz, işte bunu anlayamıyorum. Sanki devamlı beni uyutmaya çalışıyorsunuz gibi hissediyorum. Halbuki ben uyumak istemiyorum. Hem de hiç! Aklım hep oyuncaklarımda, raflarından indirmek istediğim kitaplarımda ve halıda uçuşan tüyleri yakalayıp ağzıma atmakta. Siz hiç çocuk olmadınız mı? Bebekliğinizi hemen mi unuttunuz yoksa? Büyümeye çalıştığım için içim kıpır kıpır, görmüyor musunuz? Beni biraz ananeme/babaanneme bıraksanız da orada yaramazlık yapsam yani onlarla oynasam olmaz mı? Bir de şu işi bir açıklığa kavuşturalım: arabaya binmeyi sevmiyorum. Beni kendi arabama koyun ve istediğiniz kadar yürüyün, ona sesimi çıkarmam çünkü ben açık havada olmak, kuşların sesini duymak, 100 metre öteden geçen amcalara teyzelere "ahh" diye laf atmak istiyorum. Hem her yere yürürse annem de biraz zayıflar, fena mı :) Tamam tamam şaka. Ben de sizi seviyorum, benim için iyi bir şeyler yapmaya çalıştığınızı da biliyorum. Ama bak anlaşalım: daha az uyku, daha çok oyun. Hem böylesi daha güzel, anlaştık mı tatlı balıklarım benim..." -daimi zottirik kızınız Elif-

Evin gizli yerlerinde böyle bir mektup bekliyorum Eliften. Her akşam yastığıma bakıyorum, ona mı sakladı diye ama henüz bu mektubu bulamadım. Geçen gün gözlerine baktım şöyle taa derinlere, işte orada yazıyordu bu satırlar.
Aklına nereden geldi derseniz bu mektup işi,
Bu ara çok eğlenceli iki kitap okudum. Aslında birini okuyalı çok oldu ama diğerini alınca ilkini yeniden okudum. Hatta mektuplu olanın tamamını yüksek sesle okudum Elif'e, dönüp dönüp güldüğüne göre yukarıdaki mektup hayalim boşa değil.
Büyüdükçe çocukluğumuzu unutuyoruz, işte bu iki kitap o an'ları geri getiriyor. Bu kitabı imkanım olsa Türkiyedeki tümmm öğretmenlere, velilere dağıtırdım. Okumayıp bir kenara atacaklarını ya da en fazla bir kaç satır okuyup "kıhkıhkıh güzelmiş" deyip kafa çevireceklerini bildiğimden "malum, onların hep daha önemli işleri var"; işte tam bu sebepten "zorunlu okuma" yaptırırdım sanırım. Zorla yapılan işlere karşıyım ama bu kitabı gözlerine sokarak okumak isterdim, bir umut bir şeyler değişir mi diye... Öğretmenlere çok lafım yok aslında, çoğunun çok emek vererek çalıştığını bizzat görüyorum. Ama bir de şu veliler yok mu! Çocuğunu dinlemeyen, hep azarlayan, başkalarının yanında utandıran, ona yarış atı muamelesi yapan... İşte bu veliler keşke yeniden çocuk olsa da çocukluklarını hatırlasa. "Büyüklere Mektuplar" kitabındaki 25 bölümde her biri birbirinden farklı çocukların büyüklere yazdığı mektupları okuyoruz. O kadar kıvrak bir dili var ki kitap sahiden de hem güldürüyor hem düşündürüyor. Okurken biraz çocuk oldum biraz büyük. Elif henüz 9,5 aylık ama olsun büyük de konuşmamak lazım, gün gelir o çok eleştirdiğim velilerden biri olurum. Hiiii, Allah korusun :) "Keşke şu konuya da değinseymiş yazar" dediğim bir konu gelmedi aklıma. Neredeyse tüm yazdıklarına da katılıyorum.
25 bölümde yer alan çocuklardan bazıları şöyle:
" çocuk gibi bir çocuk", "oyuncakları ders kitaplarının altında ezilmiş olan on yaşındaki biri", "uzun burunlu olmaktan hiç mi hiç hoşlanmayan Pinokyo'nuz", "öcülerle dondurma yemeğe giden çocuk", "galiba pilav sevmeyen çocuğun", "sizi hiçbir anne babayla yarıştırmayacak olan çocuğunuz".
Yazarın hayata, anne/babalara, çocuklara yaklaşımı, bakışı, konuyu ele alış şekli o kadar hoşuma gitti ki. Olaya sadece çocukların tarafından da bakmıyor. Ortada bir "hata" varsa onu gösteriyor ve çok güzel çözüm üretiyor.
"Şimdi hiç vaktim yok" diyen anne/babalara bu kitabı okumak isterdim hem de yüksek sesle :)

" Herkes soruyor bana: 'Büyüyünce ne olmak istiyorsun?' Sanırım o hep hazırlandığım geleceğe kavuştuğumda, özgürlüğe ve zamana da kavuşurum diye umuyorum. Kısacası ben... Ben büyüyünce çocuk olmak istiyorum."
"Çocuklaşmanın formülü çok basit aslında: neşe, cıvıltı ve pırıl pırıl bir zekayla bakmak hayata" 

Mektuplardan sonra sırada "büyüklerle dalga geçme dersleri" var. Okurken yüksek sesle güldüm, kahkaha attım, çok eğlendim, dönüp dönüp bir daha okudum. Benim gibi pek konuşamayan biri için bu laflar bu yaşımda bile (az kaldı, 30 oluyorum 1,5 ay sonra, yaşasın:) çok zor ama aklınızın bir köşesinde olsun bu güzel cevaplar. Elif'i bu kitabın varlığından haberdar etsem mi kararsızım :) Birlikte dalga geçebilmemiz için yüksek sesle okusam iyi olabilir bu kitabı da.
Sizin çocukluğunuz nasıl geçti bilmiyorum ama benim öyle ağaç tepelerinde, sokakta salça ekmek yiyerek geçen bir çocukluğum olmadı ne yazık ki. Bu satırları ailemi suçlamadan yazayım, çünkü niyetim bir "suçlu" bulmak değil. Sadece biraz fazla "pamuklara sarılmış" büyütüldük biz, ben ve kardeşim. O yüzden de hayata karşı çok savunmasız kaldık. Öyle çok bilmiş, lafı ağzında tipler de değiliz. Biri bana bir laf söylesin en fazla çok kötü bakışımı fırlatıp "Clarice Bean 10 numaralı bakış), oradan uzaklaşıp ağlarım :) Bir ağlama önce değil mi? Sen de iki çift laf söyle karşındakine! Yok, ben yapamıyorum bunu. Laflar boğazımda düğüm olur, yutkunurum onu. "Amman karşı tarafı üzmeyeyim" diye. Kötü bir şey bu, hem de çok. Neyse ki Elif'in hiç öyle yutkunacak bir hali yok. Onu gözlemlediğim kadarıyla lafı çok güzel gediğine koyacak bir hali var :) Altta kalmaz yani, bize karşı verdiği (uyku) mücadelesinden bunu anladık :) Biz iki saf balık, bunu anladık yani 10 ayın sonunda :))
İşte siz ya da çocuğunuz böyle biriyseniz bence bu kitabı okumalı/okutturmalısınız. O kadar güzel cevaplar var ki... Yazmazsam olmaz:

"Şuna bak ne kadar da büyümüşsün!"
"Ne kadar?"

"Ay, inanamıyorum sana yaaa..."
"İnanamadığınızı anladık. Peki, başka neler yapamıyorsunuz?"

"Teyzesi, biz emeklemeye başladık."
"Öyleyse sizi hep emeklerken görmek istiyoruz."

"Büyüyünce ne olacaksın?"
"Siz büyüdünüz, ne oldunuz?"

"Sıkıl falan oldum!"
"Sonunda bir şey olabildiniz demek, kutlarım."

"Şeetme yane"
"Dilinizi bilmiyorum. Hangi ülkeden geldiniz?"

"Meet ettik."
"Ettiğini bulasın."

"Ne kadar inatçısın!"
"Doğru, keçiler de kıskanıyor beni ama onlara ne kadar inatçı olduğum konusunda kesin bir bilgi veremiyorum."

"Daha dünkü çocuksun..."
"Bugün de çocuğum, ne hoş değil mi?"

"Arkandan ağlar sonra..."
"Peki, yediklerim de içimde gülecek mi?"

"Sen kime benziyorsun?"
"Benzersiz bir insanımdır ben."

"Bak öcü geliyor, seni alıp götürecekmiş."
"Aa, ne güzel sinemaya mı götürecekmiş? Peki, yolda dondurma alır mı dersiniz, canım çok çekti de."

"Dalga geçmek hem bir eğlenme biçimidir hem de zaman zaman hayata karşı bir savunma yöntemidir."diyor kitapların yazarı sevgili Melek Özlem Sezer. Gerçekten de öyle, dalga geçerken hem eğleniyoruz hem de kendimizi savunuyoruz. Tabii bunu her an ya da her olayda yap(a)mıyoruz.
Geçen gün benim de aklıma geldi de teyze çok yaşlıydı sadece gülümsedim. Markette karşılaştık Elif'i sevdi ve dedi ki "ah yavruum, annem seni bu soğukta markete mi getirdi?"
Aklımdan geçen-: "teyzeciğim, bir dahakine size söylerim, market ihtiyacımızı siz getirirsiniz, biz de bu soğukta çıkmayız dışarı"... böyle bir şeydi yani :)
Lafı çok uzattım ama özetle, bu kitapları okuyun/okutturun :)
* Yazarın zihninde yol almak isterdim...
** Yazmayı unuttuğum için kızdım kendime ama neyse ki "kavunyiyenkedi" bir arkadaşım hatırlattı; "Büyüklere Mektuplar" kitabını resimleyen Ferit Avcı ve "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" kitabını resimleyen Nuray Çiftçi'ye  kitabın eğlencesine çizimleriyle keyif kattıkları için çok teşekkürler.


Devamını oku »

1 Şubat 2015 Pazar

"Hayat Pahalı!" mı?

Bu sorunun cevabını sahiden bilmiyorum. Sanırım kişiye, yere, zamana göre değişebiliyor cevap. Maddiyatla ilgili bir şeyler yazmayı hiç istemesem de aklıma geliyor ara ara bu soru, ben de yazarken sesli düşünmüş olurum diye, buraya not almak istedim.
İlk olarak aklıma şu geliyor; önemli olan ne kadar kazandığın değil, ne kadar giderinin olduğu. Yani 1000 lira kazanan kişi de geçinemiyor, 15000 lira kazanan kişi de geçinemeyebiliyor. Yaşam şartları bunu etkiliyor galiba. Kimimiz 2000 model bir arabaya biniyor bazılarımız da 2015 modele :) Araba ne yazık ki bir ihtiyaç oluyor, hele ki büyük şehirde yaşanıyorsa, onu anladım. (Adanada yaşayıp klimayı bir zorunluluk olarak görmek gibi, otobüs durakları bile kapalı ve klimalı olduğuna göre, siz düşünün gerisini :)
Şu da geliyor aklıma: almanın yani tüketmenin sonu yok. "Tüketim toplumu" diye Foucault mu demişti şimdi hatırlayamadım ama sahiden son zamanlarda yaşadığımız şey de bu sanki. Değil mi? cep telefonumuz hala çalışıyorken gidip ennn son model telefon almak gibi. Ne tuhaf aslında, yazarken bile garipsedim. Hadi bunu yapmıyorum diye garipsedim. Peki hiç mi ihtiyacımız olmayan şeyler almıyoruz? Ohoooo...
Bizim mecburi AVM gezmelerimiz şöyle oluyor: ihtiyaçlar ve dükkanlar belirleniyor, gidiliyor (en az kalabalık saatte) ihtiyaç alınıp çıkılıyor. Bunu yapmaya da mecburuz çünkü 1. her şeyi internetten alamıyoruz. 2. kitapçı gezebilmek istiyoruz. Ankarada Kızılay'a açıkçası hafta sonu gitmeye gönlüm hiç razı değil. Tunalı bize gerçekten oldukça ters kalıyor. Yine en iyisi Arkadaş Kitapevi... Çocuk kitapları bölümü oldukça kapsamlı, kafesi keyifli (insanları satranç oynarken görebiliyorsunuz), ortamı "kitap sever" bir havada. Kısacası Arkadaş Kitapevi için AVM'ye mecbri gidişlerimiz oluyor. Geçtiğimiz haftalarda kitapçıdan çıktığımızda gözlerimize inanamadık. Meğerse orada korunaklı bölgedeymişiz. Dışarıda nasıl bir kalabalık var, anlatmam mümkün değil. yemek yiyecek olsanız oturacak bir tane masa ve sandalye yok. Biz genelde dışarıda yemiyoruz neyse ki. Ama insan bir durup düşünüyor: hayat pahalıysa bu kadar insan bu kadar alışverişi, tüketimi nasıl yapıyor? Taksitle mi? Bilmiyorum. Resmen koşarak uzaklaştık oradan. Kalabalıktan üçümüz de hoşlanmıyoruz ve cidden nefes almakta güçlük çekiyoruz ya da sadece ben öyleyim :) Bence en kötüsü de ne yaptığının farkında olmayan o koca yığının gözleriydi. Çok boş bakıyorlardı. Belki de günde 8 saat televizyon izleyip hipnotize olmuşlardı, bilmiyorum. Niyetim kimseyi küçük görmek değil. Sadece şunu anladım ki kimimiz daha az kimimiz daha çok ama neticede hepimiz uyuyoruz. Gözlerimiz kapalı olarak alışveriş yapıp ay sonu geldiğinde de "hayat pahalı" diyoruz.
Bunun yanında cidden "pahalı" olduğunu düşündüğüm şeyler de var: meyve ve sebze gibi. Küçük yerlerde yaşayanlara çok uçuk rakamlar gibi gelecek ama inanın burada geçen hafta kabağın (bildiğimiz yeşil, uzun, sebze olan) kilosu 7 liraydı. 4 kişilik bir aile ne yiyip ne içiyor, bazen dertleniyorum. Asgari ücret alan insanlar ay sonunu nasıl denk getiriyor, olmayan matematiğimle hesap yapıyorum. Bundan çıkış yolu var mı ya da çözümü nedir bu işin biraz da onun üzerine sesli düşüneyim bari :)
Aklıma ilk gelen şey; farkındalığın artması. Yani bu kadar çok reklama maruz kalınca insanların dışarıda bu markalara saldırması çok da tuhaf değil. "Bilinçli tüketici" olabilmek için de ihtiyaçlarımızı yazarak alışverişe gitmek, 2. sırada gelebilir. Listenin dışına çok acayip bir indirim olmadıkça çıkmamaya çalışmak güzel olur. 3. markete kesinlikle tok karna gidilmeli :) 4. "marka" kurbanı olmamak için alacağımız ürünün etiketini kapatıp şöööyle bir bakalım, ben genelde kıyas yaparım "pazarda bulsaydım acaba alır mıydım" diye :) Marka takıntısı apayrı bir şey sanırım. Benim aklım, hayalim, mantığım, zihnim, algım (neyim varsa artık) bu durumu anlayamasa da insanlar bir çantaya 2000 lira vb. para verebiliyor. Komik gelmiyor mu size de?
Biraz da kitaplardan bahsedeyim. Kitaplar pahalı mı? Hem evet hem hayır. Kitaba verilen paraya ben asla acımam. Öğrenciyken harçlıklarımla "Dünya Sinema Tarihi" kitabını 80 liraya almıştım da kimse kapmasın diye Dost'tan yurda gidene kadar sarılmıştım kitaba :) İşin içinde telif hakları vb. şeyler de girince çeviri kitapların bazıları sahiden pahalı oluyor, 35 lira mesela. Ama cidden ürüne göre fiyatı çok çok ucuz dediğim kitaplar da var. Örnek vermeyeyim diyordum ama aklıma gelince yazmadan edemedim, Hayykitap'ın çocuk kitapları öyle mesela. Çok güzel kitaplar ve bence fiyatları hiç abartılı değil, gayet ulaşılabilir rakamlar. Bir de şu meşhur: "Kitap okumuyorum çünkü çok pahalı ya da korsan kitap alıyorum" diyenlere ben çok kızıyorum. Korsan kitap demek emek hırsızlığı demek değil mi? Neyse bu konuya girersem çıkamam şimdi. Kitaplara pahalı deniyor ama elde son model cep telefonuyla geziliyor. Bir de okumak isteyen kütüphaneden de okur, bahane değil yani pahalılık. İnternet alışverişi çıktı mertlik bozuldu :) Eskiden Dost Kitapevi'nde hesabım vardı benim...Vay be, ne günlerdi. Şimdi giriyorsun babil, idefix, kitapyurdu adreslerine ve kitapları en az yüzde 25 az ödeyerek alıyorsun. Adil mi? Bilmiyorum. Hiçbiri kitapçıda gezerken keşfettiğin ve elinden bırakamadığın kitabın tadı gibi olamaz.O kesin. Ama diğer yandan... Ah işte o diğer yan :/
Nereden nereye geldim yine. Bu satırları kimler okur, okurken ne düşünür acaba? "Kafası karışmış bu kızın" derler mi? Der misiniz yani :)
Size de sorayım: Hayat sizce pahalı mı?
Annesi-yavrusu fındığımla görselimi kapatayım :)
* Geçinmek demişken benim çok önemsediğim diğer bir şey de "bereket". Bir evin, paranın bereketi olacak en başta. İşte o zaman ne kadar kazandığın önemli olmuyor. Gelen, çoğalıyor çünkü :) Nar gibi...
Devamını oku »