Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




18 Mayıs 2015 Pazartesi

Anne(lik) Sohbetleri : Damla ve Can

Damla'yı blogundan uzun zamandır tanıyordum, "keşke gerçek olsa" diyerek ne demek istediği üzerine uzun süre kafa yormuşluğum var :) Yazıları o kadar neşeli o kadar komik ki sanki karşımda benimle sohbet ediyor gibi geliyor-du. Ben de bu sohbeti buraya taşımaya karar verdim:


Damla Merhaba,
Öncelikle “damlanın plakları”ndan biraz bahsedebilir misin? Neler yapıyorsun bu plaklarla :)
Merhaba Esra’cım, plak sevgim çocukluk yıllarıma dayansa da son 4-5 yılda bu kadar su yüzüne çıktı diyebilirim. Sahafları geziyorum , antika pazarlarında antikacılarla ahbap oluyorum, deli pazarlıklar yaparak yeni plaklara sarılıyorum. Ayrı bir dünya onlar benim için. İflah olmaz bir mutluluk duyuyorum o plak cızırtısında ve beni yazmaya teşvik ediyor. Ve inanmayacaksın belki ama çoğunlukla dinlemeye kıyamıyorum. Çünkü dinledikçe eskiyen bir şey onlar , bebeklerim gibi bakıyorum her birine  :)
Benim gibi plakseverler vardır belki diye de blogumda her Cuma bir “Damlanın Plakları” bölümü yapıyorum.

Annelik maceran nasıl başladı?
Annelik maceram çok erken yaşta başladı. Can’ı kucağıma aldığımda 19 yaşındaydım ve etrafımdaki herkes yaptığım en büyük çılgınlık olduğunu düşünürken ben hayatta yaptığım en doğru şeyi kucağımda tutuyordum.

Doğum hikayeni anlatabilir misin?
Can planlı bir bebek olmasa da ben hamile olduğumu öğrendiğim andan beri iki şeyden emindim.
1    1) Bu bebek erkekti.
2    2) Ben bu bebeği sezaryen ile dünyaya getirecektim.
Bu kesin kararım sebebi ile doktorların beni ikna etmesi çok zordu. Zaten sonrasında istesem de sağlık sebebi ile normal doğum yapamayacağım belli oldu.
Doğuma az bir süre kala İstanbul’da yalnız başıma doğum yapmak istemediğimden annemlerin yanına Didim’e gittim. Doktor değişimi sebebi ile çok sıkıntılar yaşadım. Tam 41 hafta 3. gündeyken bir doktorun muayenehanesine ağlayarak salıp doğurt beni demişliğim vardır- ayrı bir hikayeye konu olabilir- . Neyse ki sağlıkla kavuştuk.

İlk günlerde zorlandın mı; yanında birileri var mıydı?
Annemlerin yanında 45 gün kaldım ve evime döndüm. İlk günler çok kolaydı , ev kalabalık bebek elden ele dolaşıyor vs.  Evimize döndüğümüzde de bu böyle devam etti. Can çok uslu , uykuyu seven , ağlamaya üşenen ve sürekli gülen bir bebekti :) Çok şanslıydım.

Can kocaman oldu artık :) Sence çocuklar büyüyünce işler biraz daha zorlaşıyor mu yoksa sadece şekil mi değiştiriyor? Sanırım artık uykusuz kalmıyorsundur :)
Can gerçekten kocaman oldu Esra. Aslında biz anne-oğul kocaman olduk. Can doğduğunda 19 yaşındayım demiştim ya hani , bizim ev her zaman bir panayır alanı bir şenlik meydanıydı. Hepimiz çocuktuk, Can büyürken bizi de büyüttü.
Evet, büyüdükçe işler çok daha zorlaşıyor. İlk önceleri yemek düzeni ,uyku düzeni, aşılar vs. Gibi dertler varken şimdilerde iyi bir birey yetiştirme çabasının yanında doğru okul , doğru arkadaşlar , doğru kararlar , doğru seçimler derken kafayı sıyırmamak elde değil. 

Uyku demişken… Sahi, uyku konusunda zorlanmış mıydın? (Uykusuzluk, Can’ı uyutma vb.)
Annesini ilk 6 ay 1 saat bile uyutmamış bir bebek olarak en korktuğum şeydi uykusuzluk!
Bu  konuda Can’a minnettarım. Gece 21:30 da yatırırdım ben Can’ı  sabah 06:20 de uyanırdı. Geceleri uykusunda beslerdik :)

İstanbul'da yaşayanlara bu soruyu sormadan geçemiyorum. Büyük şehirde yaşamak çocuk büyütmek açısından avantaj mı yoksa dezavantaj mı sence?
Büyük şehirde çocuk büyütmenin bir dezavantaj olduğunu asla düşünmüyorum. Sadece yeşile hasret çocuklar büyüttüğümüz için çok çok üzülüyorum hepsi bu.

Ek gıda-tuvalet-2 yaş krizleri hepsini yaşadın. Hangilerini daha çabuk atlattın, hangilerinde zorlandın?
Esra, burada yazdıklarım sebebi ile anneler benden nefret edebilirler ama ben fazlasıyla rahat bir anne olduğumdan sanırım çocuğum da çok rahat bir çocuktu.
Yemek konusunda iştahlı bir çocuğum vardı. Ne ek gıdaya geçişte ne de sonrasında hiç zorlanmadım. Bu yüzden pratik bilgiler de veremem. Sadece asla bir çocuğun peşinden elimde kaşıkla koşmadım ,koşmam. Siz annesi beslemediği için açlıktan ölen çocuk duydunuz mu?
Tuvalet konusu en korktuğum ve en zorlanacağımı düşündüğüm şeydi. Yaz aylarıydı Can’ı 2 ay anneannesi ve ninesinin yanına bırakmam gerekti. Can eve döndüğünde o büyük sorun hallolmuştu. Anneanneme minnettarım!!!
2 yaş krizleri < 10 yaş krizleri
Saçıma dokunma bozulacak ,  şunu giymem , bunu takacağım , o çantayı kullanmam, oraya gitmem , o arkadaşımdan nefret ediyorum, hayır o dündü bugün en sevdiğim o , okul neden var , tatile kaç gün kaldı , her şey neden bu kadar sıkıcı.... Uzar gider vallahi

Çocuk eğitimi konusunda faydalandığın kitaplar oldu mu yoksa annelik içgdüsü sence çocukları büyütmek için yeterli mi?
Kitaplar her alanda başvurduğum en büyük yardımcılarım olmasına rağmen çocuk yetiştirmek konusunda en güvenilir kaynaklar olmadığına inanıyorum. Annelik içgüdüsü , çevresel faktörler, diğer annelerin deneyimleri , doktorlar bana çok daha faydalı oldular.  Hala da oluyorlar.

Can ile beraber neler yapıyorsunuz, nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Aslında bu soruyu “Can ile beraber neler yapmıyorsunuz” olarak değiştirsek cevap vermek çok daha kolay olacak.
Anne olduğumda yaşımın küçük olmasının tek dezavantajı etrafımdaki hiçbir arkadaşımın anne olmamış olması ve dolayısı ile Can’ın okula başlayana kadarki arkadaşlarının hep yetişkinler olmasıydı. Bu da ona bizimle yapabilecekleri konusunda sınır tanımamayı öğretti.  Hem iyi hem de kötü belki ama biz sosyal yaşantımızda bir tek gece hayatımıza Can’ı dahil etmiyoruz. Geri kalan tüm etkinliklerimizde Can da her zaman bizimledir.

Can ile ne kadar süre vakit geçirebildin tam bilmiyorum aslında ama kreş zamanı gelene kadar onunla beraber evde olmayı tercih eder miydin?
Çalışma hayatına dönmem gerektiğinden Can kreşe başladığında tam 19 aylıktı. Ve ben gece saat 22:00 den önce eve dönemiyordum , zor zamanlardı.
Çalışma hayatım normale döndüğü ilk gün akşamüstü eve geldiğimde Can’ın şok olmuş suratını ömrümce unutamam. O günden sonra hep düzenli saatleri olan işlerde çalışmaya çok ama çok özen gösterdim. 
Bir annenin hayatını çocuğuna adamasının yanlış olduğunu düşündüğüm kadar ,beraber geçirilecek zamanın kısıtlı olmasının da çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Annelik kocaman bir denge tahtası değil de ne ki?

Sana da sormak istiyorum; ‘sence anne kime denir?’
Anne ; kayıtsız şartsız sevebilendir ve seveceği insanı doğurması gerekmez.

“Can olmadan yap(a)mam” dediğin neler var? (tatil, gezme, yeme, okuma vs.)
Can doğduğundan beri nereye gitsem ne yapsam o bana ayak bağı değil yol arkadaşı. Benim “Can olmadan yapmam listem “çok kabarıktır bu yüzden.
Ama onun gözünden bakarsan ilk aklıma gelen “asla”larından biri tiyatroya gidemem! Tiyatroyu çok sevdiği  için onsuz gittiğimde çok üzülüyor.

Siz çocuk kitaplarını da birlikte okumaya başladınız sanırım. (darısı bize) Evde “ilk kim okuyacak bu kitabı” yarışı oluyor mu? Bir de ne tür kitapları seviyorsunuz?
2 sene öncesine kadar okumalarında benim de ona yardımcı olmam gerektiğinden –yorulup sıkılmasın diye- itiraf ediyorum benim de okumaktan zevk alabileceğim kitaplar seçmeye özen gösteriyordum.
Şimdilerde kendi kitaplarını kendi seçiyor ve merak ettiklerimi ondan önce-sonra okuyorum. Bazı kitaplarını sevmiyorum ama yine okuma şevki solmasın diye tepki vermiyorum.
Her erkek çocuğu gibi macera kitapları tam bizim tarzımız :D


Can ileride nasıl biri olsun/olmasın istersin?
Sadece ve sadece vicdanlı biri olsun istiyorum. Bunun için çabalıyorum , umarım başarırım.

Anne adaylarına ve taze annelere neler tavsiye edersin?
Annelik bir meslek değil, çocuğunuz da sizin çevrenize sunmanız gereken bir proje değil. Rahat olun , mutlu olun ve en önemlisi kulaklarınızı ben dahil herkese kapatın :)

Katıldığın için çok teşekkürler.
Davetin ve soruların için çok teşekkür ederim Esra’cım. Cevaplarımdan da anlayabileceğin gibi ben pek örnek anne sınıfına girmiyorum, öyle bir sınıf var mı gerçi onu da bilmiyorum.
Bildiğim tek şey anne olmanın mutlak bir aşkı garantilediği.... 

Sevgili Damla, senin tavsiyene uymayarak bu sohbetten kendim için bir dolu not aldım. "Ben rahat olursam bebeğim de rahat olur" gibi :) "Mikemmel annelik" kavramına zaten hiçbir zaman inanmamıştım, "örnek anne"lik de bana göre değil, o yüzden bu sohbet inan çok hoşuma gitti. Ankarada olsaydınız, Can ile kitap sohbeti yapma şansımız olurdu. "Keşke gerçek olsa" belki de bu demektir, ne dersin :)
Tatlı oğlunu ve seni öperim...Maceralı kitapların ennn heyecanlı yerinde buluşmak üzere :)
Devamını oku »

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Avusturya-Mattighofen Tatili :)

En son "neredeyim" demiştim ve ortadan kaybolmuştum :)
Londrada değildim, Avustralyada ise hiç değildim.
Avusturya'nın Mattighofen isminde minnnacık bir kasabasında tatile gittik, "hala" tatiline.
Daha önce yurtdışına çıkmadığım için neler yaşarız, Elif durur mu uyur mu bir dolu soru vardı.
Oradayken de döndüğümüzde de şunu dedik:"İyi ki gitmişiz"
Yurtdışının benim gördüğüm kısmı gayet "normal"di yani çok acayip vurulduğum bir şey olmadı.
Ya da oldu mu yoksa?
Dur şimdi kafam karıştı yazarken :)
Etrafın yemmmyeşil olması, yolların düzenli/temiz olması, insanların saygılı olması gibi gibi şeyleri sayarsak -ki sanırım yurtdışına giden herkes hele ki Avrupaya gitmişse böyle hissetmiştir- dengeler değişiyor.
Elif küçük olduğundan aklımızda delice gezme planları yoktu. Sahiden de amacımız Elifin halasını ziyaret etmek ve kuzenleriyle bolca vakit geçirmesine imkan sağlamaktı.
Öyle de oldu.
Sağolsun fırtına "violet" seviyesine çıktı ve 2 gün sirenler çaldı "dikkat edin" diye.
Biz de dikkat ettik.
Ama en çok Elifin uyku saatlerine dikkat ettik diyebilirim :)
Bu oldukça kısıtlayıcı gibi görünse de aslında tam olarak değil. Saatlerini bilince çocuğun huysuz değil de mutlu gezmesi bence daha mühim.
2 yaşından 17 yaşına kadar bir dolu çocukla kaynaştı Elif. Kuzenleri, onların kuzenleri, arkadaşları vs derken bazı günler ortam kreş gibiydi ama Elif o kadar mutluydu ki...
Sanırım onu peşimize takıp uzak yollara gezmeye gitsek bu kadar mutlu olmazdı.
Neden? Çünkü arabayı sevmiyor.
Arabada Elifi oyalama timi vardı resmen :)
Evi otel olarak kullanan ve insanlarla temastan pek de haz etmeyen "kedi" isimli kediyi Elif pat pat emekleyerek kovaladı. Kedinin en son şu tercih arasında kaldığını gördüm: a)arkadan gelen tanımadığım bir minik var ama sanki beni mıncıracak gibi duruyor b) hava çok soğuk, dışarı çıkarsam çok üşüyeceğim. ne yapsam diye baktı baktı ama tercihini b şıkkından yana kullandı :) halbuki Elif ne sevinmişti onu gördüğüne.
Pretzel isimli simitlerinden bolca yedik, önce tuzlarını temizledik sonra bıraktık, bizden çok Elif sevmiş gibiydi.
Yazmayı unuttum ama bizim ek-gıda diye bir şeyimiz pek kalmadı, Elif -yüzde 95 oranında- biz ne yersek ondan yiyor. (kuruyemiş vb. hariç)
Elif orada azı dişlerinden 2 tanesini çıkarmaya karar verdiğini önceden söylese daha iyi olurdu tabii :)
Yukarıdaki bölümü yaklaşık 1 ay önce yazmışım...iyi ki yazmışım çünkü şimdi okuyunca ne dedim biliyor musunuz?
"Aaa biz bunları mı yaşamışız?"
Ve şimdi defotoğraflara baktım... ne güzel eğlenmişiz :) Mattighofen'e en yakın turtistik yer Salzburgmuş ama biz oraya da gitmedik daha önce yazdığım sebeplerden,Viyana zaten 3 saat mesafedeydi.
Bu küçük tatlı kasabadaki tüm kitapçıları doyasıya gezdim(zaten sayısı pek azdı :) Bolca tuzlu simitlerinden yedim, insanların sıraya girme konusundaki saygılı davranışlarını hayretle izledim, o çok meşhur şahane İngilizcemle de alışveriş yaptım :)
Elife sürprüz bir doğum günü partisi yaptı halası, o da çok keyifliydi.
Kısacası güzel, dolu dolu, biraz gezmeli çokça sakin ve dinlenmeli, keyifli bir tatil oldu bizim için.
Avusturyaya gideceklere verebileceğim tek tavsiye; simitlerinden yiyin gari! :)



Gelelim Elif konusuna;
Uçakta kendisini önce tanıttı, "merhaba ben elif, çeşitli ulaşım araçlarında ağlamam ile ünlüyümdür" dedi. Bir müddet sonra da kucağımda uyudu. İniş ve kalkışlarda yutkunmasına dikkat ettim. Avusturyada uyku saatlerinin çoğuna uyduk, ona göre hareket ettik diyebilirim. Bir dolu çocukla haşır neşir oldu ve anladık ki Elif sosyal bir çocuk ve bize bir bağımlılığı yok-muş.Bebekli tatilin kısıtlayıcı yönleri tabii ki var ama bir bebeğin olması tatile çıkmak için engel de değilmiş gibi geldi bize ki orada diş krizleri de yaşadık.
1 ay önce yazsam belki daha detay yazardım ama şimdilik aklımda bunlar kalmış, ne yapayım :) Balık mıyım neyim ya :)
Devamını oku »

8 Mayıs 2015 Cuma

Blogum 3 Yaşında :)

İlk yazıyı sanki dün yazdım :)
Yok o kadar da değil, oldu tabii biraz.
Blogu açarken aklımdan neler geçiyordu şimdi tam hatırlamıyorum ama geçmiş zamanda bir dolugüzellik yaşadım burada. Mektuplaştığım, mailleştiğim, yüz yüze tanıştığım, instagramda yorumlarla haberleştiğim bir dolu güzel insan girdi hayatıma.
İyi ki varsın blog,
3.yaşın kutlu olsun :)
*Görsel sevgili Özlem Korçak'a aittir ve buradan ona bir milyon öpücüğümü gönderebilirim :)
Devamını oku »

Bu aralar

Bu aralar ben pek yokum sevgili blog
Uzun zaman oldu bir şeyler yazmayalı.
Arada girdiğim yazılar çoğunlukla benden  bahsetmiyordu. Özlem ile Londra turu yaptık sonra da Makarna Lütfen'in hikayesini Tuğbadan dinledik ama ben pek ses veremedim.
Yazamadığım için kendimi kötü hissettiğim yazıların başında Elifin 1 yaş ve bizim Avusturya gezimiz geliyor. Ennn kısa zamanda onları da yayınlamayı planlıyorum.
Bu ara Elifin uykusu şahane boyutlara ulaştığından bolca kitap okuyabiliyorum. "Bu ne yaman çelişki?" dediniz mi? Detaylı "uyku" yazısı hazırlıyorum, aynı ekgıda gibi. Benim bir yazıya başlamam ve yayınlayabilmem için arada geçen zamanda olaylar bile değişiyor:)ama neyse ben inatla yazıyorum, varsın taslak doldurmuş olayım...
En son 28martta Avusturyaya gitmiştik, döndüğümüzden beri maşallah evimiz boş kalmadı. Elifle misafir ağırlamak hem kolay hem zor. Bunu da tecrübe ettiğime göre kendi annelik yolumda bir kademe daha ilerlemiş sayılabilirim.
Kitaplar diyordum ki buraya yazmadığım için konularını birbirine karıştırmaya başladığımı fark ettim. En sondan 1 önce okuduğum kitap ile (ne olduğunu sonra yazayım) GABO açık ara favorim oldu. Gerçekten çok etkilendim her iki hikayeden de. (bu arada elif space tuşunu çıkardığı için arada boşluksuz kalabiliyorum :)
sosyal medya ile ilgili değişik şeyler düşünmeye başladım. "değişik" derken neyi kastediyorum... uykuya yenik düşmezsem onu da yazma niyetim var. Twitter hesabımı kapattım ki en başından beri twitteri hiç sevmediğimi anladım çünkü hayatımda hiçbir eksiklik yaşamadım:) sosyal medyada "2balik" ismini kullanıyorum, reklamcıları, yolunu şaşıranları vb. kabul etmiyorum işin aslı. "takipçiye takipçi" yazanları ise anında siliyorum. neyse devamını bir sonraki yazıda yazayım.
buraya azıcık ucundan bahsettiğim "öteki" grubumuz şahane ilerliyor(bence yani), çok keyif alıyorum, iyi ki bu gruptayım diyorum.
Kendimle ilgili keşfettiğim değişik şeyleri de bir arkadaşımla paylaşmaya başladığımdan beri daha iyi hissediyorum :)
İşte bunlar acaba hep uykusuzluk mu yoksa kolik dediğimiz şey aslında hiç geçmedi mi sadece şekil değiştirip "diş"e mi döndü :)
Son zamanlarda hayatıma bana bir dolu şey katan insanlar girdi, bu da en büyük mutluluk kaynaklarımdan biri.
"Karışık pizza" kıvamında olan bu yazıya bakalım nasıl bir görsel ekleyeceğim :)
Bardak takımım kıvırcık kuzenden, kek de anane yapımı :)*foto eskilerden

Devamını oku »

22 Nisan 2015 Çarşamba

Günün Mutluluk Sebebi

Blogum taslaklarla dolup taşmaya devam ediyor.
Wordde yazsam da olur yani, nasılsa yayınlamıyorum :)
Paylaşmak istediğim onca şeyi o kadar parça parça yazmak zorunda kalıyorum ki, bütünden kopuyorum sonra (Eksik Parça-Shel :)
Son okuduğum kitap hakkında yazmak istiyorum ama yere yıkılmadan önce uyumam da lazım,
bu sabah gerçekten anlam veremediğim birkaç mesaj aldım, üzüldüm.
neyse ki o ara kitabımı okuyordum.
sonrasında tüm gün düşündüm de sahiden çocuk kitapları olmasa ben ne yapardım dedim :)
Aşağıdaki parağraf da okuduğum kitabın son satırlarından, hangi kitap olduğunu söylemeyeyim:
*selcen sen okuma gerisini

"Sen bir kahraman değilsin, ben de güzel değilim ve büyük olasılıkla sonsuza kadar mutlu yaşayamayacağız." dedi kız. "Ama şu anda yaşıyoruz ve birlikteyiz, her şey yoluna girecek."


Devamını oku »

13 Nisan 2015 Pazartesi

1 Kitap 1 Mektup: Makarna Lütfen!'den Leziz Makarnaların Hikayesi :)

1 Kitap 1 Mektup etkinliğini düzenlemeye başlamadan önce aklımda hep "çocuk kitapları" ile ilgili bir şeyler vardı. Zaman zaman bu alanın birazcık dışına çıktım çünkü merak ettiklerimi muhataplarına sormak/öğrenmek istiyordum. Onlardan biri de "Makarna Lütfen!" markasının kurucusu Tuğba Bayburtluoğluydu. Neden mi? Önce röportajımızı yayınlayayım, altına da aklımdan ve tabii midemden geçenleri ekleyeyim :)

Tuğba Merhaba,
İlk sorum tabii ki leziz makarnaların hakkında olacak. Sırrı muhtemelen çokça sevgi ve bolca emek ama sahiden nasıl bu kadar güzel makarnalar yapıyorsunuz? :)
Çok teşekkürler çok sevindim beğenmenize gerçekten. Bizim makarnaların tadı esasında bizim için ikinci planda. Sebzesi bol olsun diye bir annesel düşüncemiz var. Tatları da güzel oluyor ne mutlu ki, üstüne bal kaymak işte:)

Aklımdaki sorular biraz “Makarna Lütfen”den biraz da annelik üzerinden olunca, yoğun iş temposunda hem bir şeylere yetişmeyi hem de anneliği bir arada nasıl yürüttüğünü merak ediyorum.
Yürüyor gibi gibi yani esasında çok parçalanıyorum. İşin ve anneliğin hakkını veriyorum sanırım ama arada kendime bakamıyorum. Annem hep derdi ne zaman geçti o kadar yıl diye, gerçekten ben de aynı şeyi hissediyorum. Kredi ödemesi ya da saç boyamın dibi gelmese yani böyle her ay ödenecek, ilgilenecek bişiler olmasa herhalde zamanın geçtiğini de anlamayacağım. Kızım uyumlu bir kız. Eşim kaprisli biri değil, yemek varsa yer yoksa yapar yedirir. Herkes biliyor artık ne kadar yoğun olduğumu bir de sanırım, yani anlayış görüyorum.

Annelik maceran nasıl başladı? Doğum hikayeni anlatabilir misin? İlk günlerde hangi konularda zorlanmıştın?
Biz geç bulduk eşimizle birbirimizi, evlendikten sonra yaş da geçmesin diye istedik bir iki sene içinde çocuk sahibi olmak. Ben hayatı boyunca kilolu biri olduğumdan önce zayıfladım biraz, tek zorlandığım konu bu oldu zaten. Kilo almayayım dedim ama kör boğazımı da tutamadım. Gebelik diyabetine kadar tabi, sonra frenledim kendimi. Doğuma yakın preklempsi olunca normal olsun diye diretsem de sezaryena aldılar. Doktoruma çok güveniyordum, sözünden çıkmadım. Sütüm de hemen geldi, zırladım mırladım işte çok ekstrem bir hamilelik ya da doğum değildi. Sadece eşim çok şımarmayayım diye nazıma niyazıma bakmadı. Bende bu ters tepti, adam çocuğu sevmeyecek sandım çok korktum. Sonra sonra anlıyorum ki kendisi de abartmış. Bir daha hamile kalırsam görür o gününü :)

“Makarna Lütfen”inhikayesini sosyal medyadan öğrenmiştim. Sana yine de sormak istiyorum, cidden bu kadar leziz makarnaların bizimle kavuşma sebebi Peri’nin sebze yememesi ama makarnayı çok sevmesi mi oldu? (Öyleyse teşekkürler Peri :)
Yok Peri’den önce babası geliyor efenim. Eşim sebze ırkçısıdır, ıspanağın kavurmasını yer böreğini bile sevmez, semizotu sadece salatada olur, yok efendim karnabahara bozuk patates muamelesi yapar. Ona kerevizdi brokoliydi yedireyim derken iş buralara geldi:)

İnsanlar artık daha bilinçli ve kimse sağlıksız, hazır gıdalarla çocuğunu beslemek istemiyor. Sanırım hepimiz organiğin, tam buğdayın peşindeyiz. Asıl sorun da piyasada “sahte üretici”lerin çok olması galiba. “Organik” adı altında satılan ürünlerde sadece fiyat farkı görüyoruz ama içerik sıfır. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Organik pazarın alıcısı esasında çok araştırmacı ve sorgulayıcı insanlar.  Ben seviniyorum her geçen gün bu benim kafamda insanların artmasına. Ama tabi bir de her sektörün kendine göre kötü insanları var, az paraya çok pahalı mal satıp rant sağlama peşinde olan. Gıda sektöründe de var bu insanlar. Her ay mutlaka bir eposta bir telefon alıyorum “Bizim ürünler çok güzel çok organik kendi köyümüzden kasabamızdan” diye. Bir sertifika bir izin vb. sorduğunuzda fısss ses yok. Bırakın organik sertifikayı daha Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı’nın kontrolünde bir üretici filan bile değil. Bir de tonlarca ürün satmış olmanın havasını basıyor. Bu insanlar hep olacak, her zaman olacak. Önemli olan tüketicinin aldanmaması. Organik ürünün üzerinde Bakanlığın logosu oluyor. Etiketinde bir sürü bilgi oluyor. Her sakallıya dede dememek lazım yani kısacası.

Özellikle ek gıda sürecinde annelerin kafası çok karışık oluyor. Eskiler hemen püre/muhallebi/çorba ver diyor, doktorlar belirli yasaklar koyuyor, kitaplarsa “çocuğunuz kendi yesin” diyor. Tam da bu noktada “Makarna Lütfen”in ürünleri hayat kurtarıyor aslında. İçinde besleyici çorbalık karışımlar, tuzsuz köfte harcı, sebzeli makarnalar var. Bu konuda danıştığın doktorlar/anneler oldu mu, oluyor mu? Peri’nin ek gıda ile tanışma sürecinde neler yapmıştın hatırlıyor musun?
Olmaz mı devamlı bir öğrenme-danışma halindeyim. Ek gıda ve çocuk beslenmesi ile Türkiye’de yayınlanmış tüm kitaplara uğraşma çabam daha yeni başladı. Meraklıyımdır, zaten çok da soru geliyor.  Özellikle anne ve çocuk beslenmesi üzerine olan kongreleri kaçırmamaya çalışıyorum.  Çevremdeki tüm çocuk doktoru, diyetisyen, hemşire filan kim varsa sıkıştırıyorum, bunaltıyorum sorularımla.  Bilim gelişiyor. Takip etmek gerek kesinlikle. Peri’nin ek gıda geçişinde ise kendi halinde bir anne idim, bu kadar bilgim yoktu. Ama yine de birkaç badire atlattık mesela kıymaya alerjik reaksiyon verdi, tatildeydik çok korkmuştum. Allahtan bir haftada geçti.

Sosyal medyayı özellikle de instagramı çok etkin ve etkili kullandığını düşünüyorum. “Üretimden kareler” yayınlayıp ürünleri nasıl hazırladığınızı da yayınlıyorsun, sebzeli makarnaları hüpletirken videosu çekilen tatlı bebekleri de :) Belki de işin sırrı “reklam yapmaya ihtiyaç duymamak”tır, samimi olmaktır. Ne dersin?
Tam bir formül veremem ama sanırım samimiyet önemli çok önemli. Yani üzerinde bir reklam ajansının fikir üretip ortaya çıkardığı bir proje değil bizimkisi. Daha önce böyle projelerde bulundum. Meslekte hem üretim hem marka yaratma adına belirli bir tecrübem var. Ama en önemlisi hep müşteri tarafına geçip bakıyorum. Bir eposta yanıtladığımda, bir post yazdığımda dönüp okuyorum sorular soruyorum: Sivri bir tarafı çıkmış mı? Akıcı bir şekilde anlatabilmiş miyim derdimi? Sade yazmış mıyım? Eğlenceli ve bilgi veriyor mu? Ben takipçi olsaydım bunu okur muydum? Bu son sorunun varyasyonları çok önemli. Ben müşteri olsam bu ürünü alır mıydım? Sanırım kılı kırk yaran huysuz bir gıda mühendisi anne olmamın çok önemi var bu soruyu cevaplarken. Bir Türk annesi köfte yaparken illa ki ekmek içi kullanır mesela ama piyasadaki köfte harç firmaları maliyeti arttıracağı için göz ardı ederler. Ben göz ardı etmedim bir de üstüne arttırdım. Her ekmek olmasın kaliteli bir ekmek olsun. Ekşi mayalı tam buğday ekmeğinin galeta unu olsun içinde dedim. 

Akşam eve geldin ama evde çok az malzeme var. Vakit de kısıtlı, evdekiler de aç. Hemen hazırlanabilir tariflerden neler yaparsın böyle bir durumda :)
Makarnaaaa :))) Gerçekten bir tencere makarna pişirirken ben sosunu da hazırlarım salatasını da. Bol domatesli kıymalı bir makarnanın yanında salata ve belki azıcık portakal suyu ne kadar güzel, sade ve besleyici bir öğün değil mi?

Küçük bir şehirde üretici olmak belki körpe kabaklara daha rahat ulaşabilmeni sağlıyordur ama çocuk büyütmek için küçük bir yerde olmak avantaj mı yoksa dezavantaj mı sence?
Çocuğuna bağlı esasında. Eğer ekstrem bir eğitim seçerse sanat gibi spor gibi büyük şehirde olmak lazım. Onun dışında küçük şehir esasında rahat. Biz hem İstanbul’da hem Kırklareli’nde yaşıyor gibiyiz ama çok gidip geliyoruz; Peri yolda büyüyor:)

Birlikte çalıştığınız kadınların da çoğu anne sanırım ve güzel bir ekipsiniz. İşler çok yoğunken çocuğu için izin isteyen bir çalışanına izin verirken ya da belki o an veremezken neler hissediyorsun?
Biz toplam 8 kadınız ve bugün esprisini yaptım, 7 karılı Hürmüz’üm ben diye:))) Bizim ekipte herkesin işi önemli, herkesin işi acildir, başımın etini çok yerler yani. Hani çok klişe olacak belki ama daha iyi iş çıkarmak için ortaya birbirlerine tatlı tatlı takılmayı da ihmal etmezler. İşlerimiz her zaman yoğun, hamdolsun büyüyoruz ama şimdiye kadar hiçbir çalışma arkadaşıma “Hayır işimiz var kalıyorsun” demedim. Çünkü onlar mutlaka ortak çıkarımızı korurlar, işlerini hakkıyla yaparlar ve izin alacaklarsa işlerini bitirdikten sonra alırlar. Hatta bir ablamız bugün biraz rahatsız işe gelmişti. Zorla ben doktora gönderdim. Doktor şaşırmış. Bir arkadaşımız şimdi doğum izninde, o geri gelince ofise minik bir beşik atarız bebişini de alır gelir, beraber çalışırız hayalleri kuruyorum şimdiden.  Biz bir bebek daha yapsak kesin üretimde büyütürüm dizimin dibinde:)))

“Makarna Lütfen” tanındı, sevildi ve daha da gelişiyor. Hayalindeki tepe noktası neresi ya da var mı öyle bir “son”? Yoksa hep üretimin içinde olmak yeterince tatmin edici mi?
Herkes atadan dededen kalma çiftlikten satışa filan başlıyor ya ben işte oraya ulaşabilir miyim görücez. Şu anda kiracıyım üretimhanede. Önümüzdeki 3.5 senede kredim var ödenecek. Belki ondan sonra bir başka krediye girer bir üretimhane yaparız. Her bölümünde ayrı bir şey üretirim. Kocaman bir laboratuarım olur, her şeyin analizini kendim yaparım, kontrol ederim. Organik üretimi kendi organik tarımım ile desteklerim aaahhh hayaller:)))))

Eğer sakıncası yoksa, hangi makarna çeşidinin en çok satın alındığını öğrenebilir miyim?
Karışıklar çok beğeniliyor. Sanırım Cem Yılmaz’ın deyimiyle “everythinglittlelittle in tothemiddle”cıyız gerçekten:))

Sebzeli makarnaları pişirmek için özel bir yöntem var mı? Az suda ve suyunu süzmeden pişirmek yeterli mi?
Az su, kısık ateş ve ilgi. Çok hassas bizim makarnalar, çünkü çok sebze içeriyorlar. Başında beklemek gerekiyor.

Bence alanında çok başarılısın ve örnek alınacak bir hikayen, cesaretin var.“Girişimci anneler”e neler tavsiye edersin diye de sormazsam olmaz o yüzden :)
Estağfurullah çok teşekkür ederim. Ben küçük bir şehirde işsiz kalmasaydım belki bu kadar cesur olamazdım. Başka çarem yoktu gibi geliyor bazen. Ama çok ölçtüm biçtim, çok çok düşündüm her hareket hakkında, çok içime döndüm, çok bilenlere danıştım. İyi ölçüp biçmek gerekiyor kesinlikle.

Yemek yapmayı seven, bilen, bu işten anlayan biri değilim. Ama kızıma sağlıklı bir şeyler yedirebilmenin mutluluğunu sayende yaşıyorum. Güzel ürünlerin, sıcaklığın, samimiyetin, vakit ayırıp bloguma katıldığın için çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. Kızınızı ve sizi bir güzel öpüyoruz kızımla :)))

Küçükken sorarlardı: "En sevdiğin yemek hangisi?" diye, benim cevabım hiç değişmezdi: "Makarna, makarna, makarna" derdim hep. Sonra üniversiteye geldiğimde su ısıtıcısında makarna pişirebilmeyi öğrendim :) Derken hayatımın vazgeçilmezi bir sos katıldı makarnama: domates. Kısaca "DM" yani "domatesli makarna" Hani bazılarının canı döner, iskender, hamburger çeker; benim canım da hep makarna çeker. 
Makarnayı bu kadar çok sevince "Makarna Lütfen" ile karşılaşmamamız mümkün değildi zaten. Elif'in ek gıdaya başlama sürecinde de kafamda bir dolu soru vardı işin aslı. Çünkü yemek yapmayı sahiden bilen/seven biri değilim. İşte o ara "ruşeym", "sebzeli makarna", "bebek tarhanası" gibi şeylerle tanıştım. Elif de-nedendir bilinmez :P- makarnayı çok seviyor. 
Hal böyle olunca instagram hesabındaki paylaşımlardan sıcaklığını hissettiğim Tuğba Hanımın kapısını çaldım. İtiraf ediyorum ürkerek :) Bu kadar yoğun çalışırken bana vakit ayıramayacağını düşünmüştüm ama sağolsun sorularımı en kısa sürede yanıtladı.
Bu röportajı "sade" olarak da yayınlayabilirdim ama içime sinmedi. Hediye etmek için "everythinglittlelittle in tothemiddle" makarna almıştım ama o da bu etkinlikle uyuşmazdı.
Derken aklıma şahane bir fikir geldi: Makarnayı sevdiren bir kitap!Neden olmasın?
Bu yazıda bahsetmiştim Günışığı Kitaplığının Abur Cubur serisi gerçekten çok güzel.
Sanırım "Çubuk Makarna Düğümü" de "Makarna Lütfen" röportajında hediye etmek için oldukça uygun bir kitap, ne dersiniz?
1 Mayıs 2015 tarihine kadar en sevdiğiniz makarna çeşidini/sosunu yorum olarak yazarak çekilişe katılabilirsiniz.
Herkese bol şans!

Devamını oku »