Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




23 Haziran 2016 Perşembe

Bu Aralar

Hava fazla sıcak değil mi?
Biliyorum yaz mevsimindeyiz ama ayakkabının ayağıma neredeyse yapıştığı (ince çorap giyince de kaşındırıyor) bir dönemdeyiz. Adanalıyım ve sıcağa alışkınım ama sıcağı gerçekten sevmiyorum. Yemeği maksat yerini bulsun diye yiyorum yoksa üç öğün karpuz peynir ile idare edebilirim.
Hazır az önce yepyeni kitaplarım da kargodan gelmişken ve ben öğle arasında güzel bir ağacın altında öyle ve sadece oturmuşken bloguma da aklımdakileri yazayım istedim.
Kafamda hem bir dolu şey var hem de bir "nötr" halindeyim.
Olur, yapılır, hallolur elbet.
Değil mi?
Konu başlıklarından biri Elif'in kreş durumu. Öğretmeni yine bebek grubuyla devam edeceği için Elif başka bir öğretmene geçecek. Hiç istediğimiz bir şey olmasa da olabilir... Asıl sorun aynı arkadaş ekibiyle devam edecek olması. Ki grupta en büyük 2. çocuk Elif, geri kalan çocuklar sahiden daha bebek. Bir üst grup için de fazla küçük kalıyor. Yeni dönem için aynı ay grubu çocuklar da gelirse ne ala yoksa bu durum bizi rahatsız etmeye devam edecek. Farklı bir çözüm düşünmemiz gerekecek. Çünkü bu kreş ne evimize ne de işimize yakın. Kreşin en büyük artısı 14 aylık bir bebeği almış olmasıydı ve harika insan öğretmeniyle tanışmamıza vesile olmasıydı. Misyonu bu kadar mıydı acaba? Bilmiyorum, zaman gösterecek.
Detay verip kafa karıştırmayayım ama matematiği neden sevmediğimi anladım sanırım. Matematik bana ruhsuz geliyor istatistik de öyle. İçinde insan dokunuşu, hissi olmayan şeyleri sevmiyorum.
Bugünün güzel haberi de telefonumu yine arabada unutmuş olmam. Uçak modunda da kaldığı için beni arayacak 456 hayranımı cevapsız bırakmış olacağım. En büyük hayranım da annem tabii :) "İyiyim de yeter bana" dediği için onu suçlayamıyorum. Annelik :)
Bugün farklı bir ağacın altına oturdum, niyetim kitap okumaktı ama içimden daha çok ayağımı uzatıp boş boş bakınmak geldi, öyle yaptım. İç sesim şöyle dedi; "Bırak Esoş bırak, kendini rahat bırak" Öyle de yaptım. İşe döndüğümde hala kaşınıyorum. Rahatlıktan içime kaçan karınca ve böcekleri hesaba katmamışsam demek! :) İşin şakası bu elbette. Gerçeklik payında ise şu var, "meli-malı"lardan uzaklaşmak.
Bu ara yetişkin kitabı okuduğumdan okuma hızım epey düşük. Kitap akıcı aslında ama evde zaman o kadar hızlı geçiyor ki. Bir bakıyorum Elifin yanında uyuyakalmışım. Her dönem de aynı olmasın ama değil mi Börti?
Börti ile de yeni tanıştım, tatlı bir zürafa, onu da bir ara yazarım :)
Şimdilik ben ve karıncalarım kaçtık

Soğuğu özledim yahu!
BFG geliyooooooor, ilk gün gidemezsem çatlayacağım ama sanırım gidemeyeceğim de, ertesi gün Erdemli denizine doğru yola çıkacağımız için. "Dönüşte gidersin" diye beni avutan karabalıkçım "Çok geç olur!!!" deyişimi bile anlayamadı. O hiç RD Fan olmadı ki, ne bilsin :)
Devamını oku »

16 Haziran 2016 Perşembe

Elif Büyüyor / 26 Aylık

2 yaş yazısından sonra Elif ile ilgili buraya pek bir şey eklememişim, kaç gündür de yazmak istiyordum, işte geldim buradayım :)
Elif'in 19-23 ay arası bambaşka bir dönemi vardı, o dönem sahiden çıldırma noktasına geldiğim çok olmuştu. Tam olarak konuşamadığından ne istediğini de anlayamıyorduk.
23-24 aylık dönem ise tam bir çiçekti hatta ben bunun bize hediye olarak verildiğini düşünmüştüm.
Karabalığa kalsa 2 yaş krizlerini atlatmıştık ama ben anne bloglarından okuduğum kadarıyla (kitaplardan çok daha iyi bence birçoğu) ona sadece hafifçe sırıtıyordum. (neyse ki altın dişim falan yok da, o sırıtışla daha da parlamıyor :P)
Doğum gününden kısa bir süre sonra da adına "2 yaş halleri" diyebileceğimiz Elif'in bambaşka bir yüzü ile tanıştık. Bu dönem için Pelinden okuduklarım/ paylaştıklarımız bana çok daha iyi hissettirirken okuduğum kitaplarda yolumu kaybediyordum. Ki son dönemde çok az ebeveyn kitabı okudum.
"Kriz" dediğimiz anları tetikleyenin ne olduğunu bilmiyoruz, ortak kesişim kümeleri yok. Belki sadece "engellenme" halleri. Bir anda kolik dönemine gidiyor sanki Elif. Çok şükür ki fazla uzun sürmüyor, bazıları 15 bazıları da 45 dakika. 5 saatlik kolikten sonra tüm bunlara çok şükür diyorum(z) :) Elif henüz 26 aylık olduğu için önümüzde bizi nasıl bir süreç beklediğini de bilmiyoruz haliyle, büyük de konuşmamak lazım ama şunu gördüm. "Sakin kal" ve çocuğuna bir şekilde sevgini hissettir. "Keep calm"lı cümleler boşa değil yani.
Bir şeyi aynı anda hem isteyip hem de istemeyen hatta o anlarda ne istediğini bile bilmeden kusacak hale gelene kadar ağlayan bir bebe var neticede karşımızda. (hoplayıp zıplayan, kendini yere zank diye atıp çığırtısından kapının zilini duyamadığımız anlardan bahsediyorum.)
"Gelişiminin bir evresi" diye objektif bir gözle bakmak zor.
Şimdilik ben daha iyiyim.
Babanın içi parçalanıyor ama onun iyiliği için üzerine gitmiyor. Seansın sonunda bolca sarılıyoruz ve sonrasında Elif en azından bir süre daha çiçek gibi oluyor.
Hatırlanacak bir başka şey de bu dönemin geçici olduğu. Bu da insanı motive ediyor. Ya da kolik dönemi bizi bu sürece alıştırmış, bilmiyorum.
Kreşte yepyeni bir süreç bizi bekliyor, en sevdiği yardımcı öğretmen kreşten ayrıldı, kendi öğretmeni de yeni bebek grubu alacak. Kısacası Elif arkadaşlarıyla bir üst gruba geçecek yeni öğretmenleriyle tanışacaklar. Mevcutlardan bizim gözdemiz olan öğretmenler olsun çok istiyoruz ama hayırlısı demekte fayda var. Yani bazen işleri olduğu gibi yoluna bırakmak gerek. Bakalım sonuç ne olacak?
Toprağı, çamuru, taşı çok seviyor. Parkı, sallanmayı, kaymayı, tırmanmayı, kuş kovalamayı çok seviyor.
Konuşması iyice arttı. "Anne kız takılalım, parka gidelim. Yürüyerek gidelim. Ne dersin?" dedi geçen hafta sonu.
Hala oldukça babacı. "Benim babam o" diye bir aşırı sahiplenme halinde. Sanki ben aksini iddia etmişim gibi ehehehe :P
Aydede aşkı ne olacak bu yavrunun bilemiyorum. Kreşten çıkıyor, aydede, uyuyacak aydede, gece uyanıyor, aydede! Varsa yoksa aydede!
Geçen gün "aydede ışıkları kapattı" dedi ve kafasını yastığa koydu, hayal dünyasına bayılıyorum :)
Uyku demişken de aklıma geldi, tam 2 ay bitti uyku eğitiminde. Elif'i yatağına koyup iyi geceler dileyip odadan çıktığımız bir eğitim olmadı bizimki. Niyetimiz de bu değildi zaten.
Süreç biraz "biraz özgü" oldu, kreş psikologunun tavsiyeleri ile başlamış olsak da hakkımı yemeyeyim bunda benim azmimin etkisi var.
Öğrenilmiş çaresizlik halimiz kırıldı diyebilirim.
Şartlandırmanın ne denli etkili olduğunu gördük.
Çocukların rutin bağımlılıklarının faydasını yaşadık.
Hepsi için de bin şükür.

Geçen hafta bezelye ve barbunya ayıkladık, çok sevdi. Ben hala çocuğuyla aktivite yapan anne değilim. Bu konuda kendimi zorlamayı bıraktım. Ben de parkta eğlenmeyi seven, birlikte kitap okumaktan hoşlanan bir anne modeliyim. "Meli/malı"larla yormuyorum artık kendimi. (daha az diyelim)

Bu ara en sevdiği kitap da ÇU. kütüphaneye yazmıştım hatta. Elif çok seviyor bu kitabı ama hiçbir kitap "Gübercin" ile arasına giremez. Bir de "Fil".
"Nasıl /nerden/neden/kim" sorularının devamlı sorulduğu bu günlerde "Fil neden uyuyor, nereden uyuyor, fil kiminle uyuyor" sorularıyla eğleniyoruz.
Dün gece uyumadan, "Biz nerdeyiz?" dedi. "Senin odandayız." dedim. "Nereden geldik?" dedi. (zaten uykum gelmişti) "Buradan geldik" dedim gayet sallama ses tonumla :) "Buradan gelmedik, kapıdan geldik" dedi.
Ballı lokma tatlısı halleri tam gaz devam ediyor yani.
Ağlama krizlerinin sabah tam evden çıkarken olmayanını daha çok seviyor olsak da Elif'i tüm halleri ile sevdiğimizi fark ettim(k). Belki saçma bir cümle gibi oldu ama gerçekten öyle.
Bir de bu "ayna" çalışması bana çok iyi geldi, annelik hallerimde bana dinginlik getirdi, tam da bu ara lazımmış zaten, iyi oldu :)
Devamını oku »

7 Haziran 2016 Salı

Bu Aralar / Güzel Şeyler

Canım blog, bu ara seni biraz ihmal ettim farkındayım. Mayıs ayı okumalarımı bile daha yazamadım, umarım bir ara yazarım. Neyse ki goodreads var da neyi ne ara okuduğumu görebiliyorum :)
Geçtiğimiz 3 haftada bir dolu şey yaşandı. İki defa şehir dışına çıktık mesela. Biri Uşak'a babaanne&dede ziyareti, diğeri de Adana'ya anane&teyze ziyareti. Elif ikisinden de çok memnun ayrıldı. Hala onları sayıklıyor. Yol boyu yediğimiz çiğ bademlerde kaldı aklı :)
Daha önce bahsettiğim "Ayna" çalışması gayet iyi gidiyor. Kendimle ilgili fark ettiğim şeyler beni geliştirmeye başladı. (henüz geliştirmedi ama 'başladı, bu da güzel...)
Geçtiğimiz hafta sol kolum uyuştu, bir dolu tetkik mr şu bu neticesinde hiçbir şeyimin olmadığı görüldü, bin şükür. Ondan da yeni şeyler öğrendim, o açıdan bakalım olaya...
Asıl güzel gelişme ise yepyeni bir web sitemin olması... Henüz "tam" olmadı ama ben heyecandan yayın hayatına hemen başladım :) Hayalini kurduğum şey, deniz kenarında gerçek bir kütüphaneydi ama bir yerden başlamak adına bu site de çok iyi oldu. Bundan sonra okuduğum çocuk kitaplarını oraya yazacağım. Bu sitede ise daha kişisel iç döküşlerim devam edecek :)
Sitenin logosunu canım Özlem yaptı, kendisine Türkiye'ye döndüğünde acayip sarılmayı ve onu bir müddet sıkmayı planlıyorum :P
Sizde ne var ne yok?
Özledim seni canım blogum,
İşlerimi yoluna koyup hemen geliyorum, bekle beni :)

* Sima ile söyleşimizi okumak ve imzalı kitap kazanmak isterseniz bu yazıya bekleriz!

Devamını oku »

17 Mayıs 2016 Salı

Geçtigitti Geçtigitti Geçtigitti / Marjolijin Hof

Nasıl denk geldi ben de bilmiyorum, "Babam Çalılığa Dönüşünce" kitabından hemen sonra okuma şansım oldu bu kitabı. Yazarın daha önce "Dedem ve Ben" kitabını okumuştum, bloga da yazdım diye düşünüyordum ama yazmamışım. O kitabı Elif'in ilk kreş gününde bekleme salonunda okumuştum, muhtemelen bu özelliğinden dolayı kitabı hiç unutamayacağım.
"Geçtigitti Geçtigitti Geçtigitti" kitabını uzun zamandır merak ediyordum, okuduğuma ve Kiek ile tanıştığıma sevindim.
Kiek, annesi babası ve yaşlı köpekleri Mona ile beraber mutlu bir şekilde yaşamaktadır. Babası doktor olduğundan savaş zamanlarında ihtiyaç duyulan bölgeye gönüllü olarak gider. Kiek ve annesi bu duruma her ne kadar çok üzülseler de durumu idare etmeye çalışırlar. Elbette bu, Kiek için pek de kolay değildir...

Bu kitap, savaşa biraz daha 'dışarıdan' bakıyor ve bizi Kiek'in bekleme sürecinde yaşadıkları ile baş başa bırakıyor. Çocuk zihninin nasıl çalıştığını görmek için güzel bir kitap.
Kiek'e göre hem faresi hem köpeği hem de babası ölmüş biri olması oldukça düşük bir ihtimaldir. O da olasılıkları zayıflatmak için hasta bir fare alır ardından köpekleri Mona'yı 'bir şekilde' öldürmenin yolunu arar. (buralar hiç ürkütücü değil) Kiek'in bakış açısından bakınca ona çok hak verdim. Onun tek istediği babasına en yakın zamanda sağlimen kavuşmak, o kadar. Gittiği yerlerden evi aramaya çalışan babadan bir müddet sonra haber kesilir ve babanın kayıp olduğu ortaya çıkar. Bu bekleyiş sanırım en zoru. Kiek ve annesi de kendilerini salona koyacakları yeni mobilyanın tamirine verirler. 'Sarı' renk, belki bir umuttur onlar için.
Bu kitapta annenin Kiek ile iletişimi ve ne olursa olsun sakinliğini bozmaması çok güzeldi, kendi anneliğim için notlar aldım: panik yok, sakin ol :)

Kiek uyuyamadığında annesi ona büyükannesinin uykuya geçiş yöntemini söyler, arka arkaya "Geçti gitti geçti gitti geçti gitti" demek Kiek'e de iyi gelir.
Dün akşam hem elektrik kesilip hem de gök gürültüsü olunca bu yöntemi hatırlayıp, "geçti gitti geçti gitti geçti gitti" diye tekrarladım ben de içimden.
Çocuk kitapları iyi ki var! 




Yazarın web sayfasını ziyaret ettim ve biyografisini okuyunca hayatındaki güzel detaylara denk geldim. Yazar olmak sanırım her zaman hayaliymiş, evlerindeki kitap dolu ortam da gözümde canlandı. Ama ben en çok kendi oyuncaklarını yapmaya çalışmasını keyifli buldum. Umarım diğer kitapları da Türkçe'ye yine Hayykitaptan, Burak Sengir çevirisi ile çevrilir.



Geçtigitti Geçtigitti Geçtigitti
 Özgün Adı: Een kleine kans
Yazan ve resimleyen: Marjolijin Hof
Çeviren: Burak Sengir
Yaş grubu: 10+
Hayykitap, 2011, 120 sayfa, karton kapak

Devamını oku »

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Babam Çalılığa Dönüşünce / Joke van Leeuwen

Bu kitap uzun zamandır karşıma çıkıyordu ancak okumaya fırsatım olmamıştı. Kitap kısacık da olsa bazen denk gelip tek seferde okuyamıyorum ve kitaptan soğuyorum. Bu kitabı tesadüfen "Geçtigitti geçtigitti geçtigitti" kitabı ile aynı gün ve tek seferde okuma şansım oldu. Yaşasın, kızı uyurken onun yanında kitap okumak zorunda bırakılan (!) anneler!

Babam Çalılığa Dönüşünce kitabı Hayykitap'tan çıktığı için beklentim yüksekti. Yayınevinin bu türdeki çeviri kitaplarında şimdiye kadar hayal kırıklığı yaşamadım. Tek endişem içinde 'savaş' olmasıydı. İlk sayfalarda yüreğime oturan ağırlık tatlı Toda ve bakış açısı sayesinde öyle hafifledi ki.
Toda'nın babası 'çalılığa dönüşmeden' önce her gün sabahın dördünde kalkıp 20 çeşit kremalı pastayla üç çeşit turta yapan bir tatlıcı. Ancak bir gün 'birileri' ile 'ötekiler' arasında çatışmalar boy gösteriyor ve babası nefis kokan mesleğini bırakıp savaşa katılıyor.



Toda'ya bir süreliğine büyükannesi göz kulak olmaya geliyor ancak patlamalar o kadar şiddetleniyor ki oturdukları ev de güvenli olmaktan çıkınca Toda mecburen en son 1 yaşındayken gördüğü annesinin yanına başka bir ülkeye doğru yola çıkıyor. Normal bir zamanda olsa bu yolculuk muhtemelen daha farklı bir seyirde gelişecekken savaş şartlarından dolayı Toda'nın annesine kavuşma hikayesi biraz(!) maceralı oluyor.
Ah keşke büyükanneyi biraz daha tanıma şansımız olsaydı. Torunu onu unutmasın diye kendi resmini Toda'nın defterine çiziyor ancak beğenmeyip bu çizimlerin üstünü karalıyor:

Toda yola çıkmadan önce 'aklında tutacağı her şeyin' listesini yapıyorlar. Bu sayfayı dönüp dönüp okuyunca listedekileri ezberledim zaten ama kitap yanımda yokken okumak isterim belki diye buraya da ekleyeyim:

Benzer bir listeyi kendim için de yaptım:


Toda yol boyunca bir grup başka çocuk, kucak sevdalısı yaşlı teyzeler, tuhaf bir general ve karısı, cesaret, yönetim becerisi ve sadakat gösteremeyen kaçak komutan ve Çocuk Konukevi gibi çeşitli insanlarla karşılaşıp oldukça ilginç mekanlarda bulunuyor.Sonunda da kendini durmadan yanlış adreslere teslim edilen bir posta pakedi gibi hissediyor.





"Hayatta karşımıza her zaman kötü insanlar çıkmaz, iyi insanlar da vardır." lafını doğrulayan komutanı ben çok sevdim. Emretmeyi beceremiyor diye Toda ona 'emretme' alıştırması yapıyor.






Sınırı geçtiğinde Toda'ya sorulan 'Bir işe yarar mısın? / Bu ülke için yapabileceğin yararlı şeyler var mı?'sorusuna Toda'nın verdiği yanıtlar çok güzeldi. Bir an kendimi düşündüm. Belki ben de "Kaybolmakta iyiyimdir, 2 yaşındaki çocukların inat krizlerine alışkınımdır, yemek pişiremem ama kızartma börek yapabilirim" derdim :)


"Babam Çalılığa Dönüşünce" naif bir yol hikayesi. Bu yolda sadece Toda yok aslında, savaşın ortasında/kıyısında/kenarında kalmış tüm çocuklardan birer parça var içinde.
Çocuklarla savaş hakkında konuşmak ve savaşın çocukları nasıl etkilediğini birinci ağızdan dinleyebilmek için harika bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Yaşananlar ne kadar kötü de olsa kitapta pozitif, esprili bir dil ve yazarın bolca çizimi yer alıyor.
Toda'nın aklı karışmış halleriyle çocuk saflığının örnekleriyle bitireyim yazımı:

"Gelgelelim bilmediğim daha bir dünya şey vardı.Bir sınırın nasıl göründüğünü bilmiyordum örneğin. Bir hipopotamın kaç yaşına kadar yaşayabildiğini bilmiyordum. Tanıdığım hiç film yıldızı yoktu. Yarının nasıl bir gün olacağını bile bilmiyordum ki."

"Bir sınıra neden sınır dendiğini, sınır denen şeyi kimin icat ettiğini öğrenmeye can atıyordum; bir de sınır olarak belirlenmiş yerlerin hemen yakınında nasıl olup da insanların yaşadığını merak ediyordum. Ve buralarda yaşayan insanlar her iki tarafa da mı aitti, yoksa hiçbir tarafa ait değil miydi, işte bu sorunun yanıtını bilmek istiyorum."

"Ağlamaya başlamıştım. Bana mutluluk veren şeyleri düşünerek gözyaşlarımı engellemeye çalışıyordum. Babamın kremalı pastalarını. Babaannemin saçlarını. Kutupyıldızını. Ama hiçbiri işe yaramıyordu."

* Savaşı anlatırken anlatmayan BALIK kitabı benim için çok özeldir, onun hemen yanına bu kitabı da koyacağım :)

Babam Çalılığa Dönüşünce
 Özgün Adı: Toen mijn vader een struik werd
Yazan ve resimleyen: Joke van Leeuwen
Çeviren: Burak Sengir
Yaş grubu: 10+
Hayykitap, 2012, 104 sayfa, karton kapak

Devamını oku »

15 Mayıs 2016 Pazar

Her İhtimale Karşı / Meg Rosoff

                                      "Ya kader, seni kaçtığın için kovalıyorsa?"
Okumak istediğim kitaplar gruplanmış bir şekilde masamın üzerinde beklerken Züleyha'nın okuduğu son kitaba karşı kayıtsız kalamadım. Kitabın kapağı,konusu ve en çok da daha önce karşıma çıkmayışı cazip geldi bana. Neticede kimse kaderinden kaçamaz öyle değil mi? Yoksa onu biraz da olsun yavaşlatabilir mi? Belki de minik bir anlaşma ile kaderiyle oyun oynayabilir.

Kitap 15 yaşındaki David Case'in 1 yaşındaki kardeşi Charlie'yi pencereden düşmekten (aslında o sadece uçmak istiyordu) son anda kurtarması ile başlıyor. Muhtelemen David'in zihninde bazı şeylerin 'öncesi' de var ama biz onlara tanık olmuyoruz.

"İki saniye. Sıradan ya da her günkü hayatla büyük felaketin arasındaki süre bu kadar."

Bu minik olay neticesinde David hayatı, kaderi, yaşadıklarını ve yaşayacaklarını sorgulamaya başlıyor. Ara ara saçmaladığını görüp ona kızsak da aslında onun tek derdi kaderinden kaçmak. Zihninde kurguladığı felaket senaryolarının boyutu epey büyük. Bu senaryolarla sadece kendini değil aslında tüm dünyayı sarsabilir. Kaderin onu tanımaması için değişmeye karar veriyor David. İlk iş olarak da ismiyle başlıyor, bundan sonra onun adı: Justin (Tam burada aklıma 'Farklı' geliyor elbette)


"15 yaşındaydı, 1.60 boyundaydı, omuzları çökük, yürüyüşü iki büklümdü. Nazik olduğu söylenebilirdi, kahverengi saçları, çarpık dişleri ve İngilizlere özgü açık renk bir teni vardı. Bu özelliklerin hiçbiri, onu felaketten korumazdı. Tek şansı, hayatını adım adım yeniden kurgulamaktı. İşe adıyla başlayacaktı.Eğer yeterince değişmeyi başarırsa, belki kader David Case'i unutup sonraki zavallı kurbanına geçerdi."

Just (in) Case  kitap boyunca öyle çok değişim geçiriyor ki. İsmiyle başlayan değişim dalgasıyla beraber hayatına yepyeni insanlar da katılıyor. Bunlardan ilki Agnes Bee. (yazar soyadını 'arı'-'sokmak' anlamlarıyla özellikle kullanmış bence) Agnes, Justin'den 4-5 yaş büyük, fotoğraf çekmeyi ve modayı seven tatlı bir kız. Justin ile inişli çıkışlı bir arkadaşlıkları var ve ben Agnes'in Justin'in peşini bırakmama halinin biraz daha desteğe ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.
Sınıf arkadaşı Peter ve kardeşleri Dorothea ve Anna ise kitabın en yumuşak halleri. Bu üçlüden bambaşka bir hikaye bile yazılırmış :) Bu üçlüyü ve tavşanları Alice'i çok sevdim.


"Aslında Peter, Justin'in sahip olmak istediği bütün özelliklere sahipti.Justin ne kadar gerginse, Peter o kadar huzurluydu. Justin'in zihni ne kadar bulanıksa, Peter'inki o kadar açıktı. Justin kaderin radarından çıkmaya çalışıyor, Peter ise hayatını radarın altında geçiriyordu."

Justin, kaderinden kaçmaya çalışırken kader de ara ara lafa karışıyor ve bizi şaka yapmadığı konusunda uyarıyor ancak ne kadar ileri gidebileceğini biz bile kestiremiyoruz. Uçak kazası? Terör saldırısı? Salgın hastalık? Kötü şeyler için 'kader'i suçlarken, belki başımıza gelen 'iyi şeyler' için de onu anmalıyız. İlk aşk mesela :)
Justin'in ara ara yaşadığı aydınlanmalarında, kaçma-kovalama hallerinde, kıskançlıklarında, kendini uyku ile 'dondurmuş' dünyasında hep bir kötü/karamsar taraf yok aslında. 'Değişim sancılıdır' ve senin geri getirmek istediğin şeyi senin yerine Dorothea gibi gören arkadaşlar harikadır, diye düşündüm.
Ergenlik dönemi, kişinin yaşadığı en önemli değişim zamanlarıdır. Ve bunu fark etmek, içindeyken yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışmak, kabullenmek hep zordur. Tüm dünyanın size karşı kurulmuş bir komplodan ibaret olduğunu düşünmeye başlar, belki 'çocukluk' hallerine döner, hayali arkadaşlarla kendinizi avutursunuz. Hele bir de ilk aşk mevzusu var ki! Aman aman :)

"Dişlerini fırçalarken aynada kendine baktı, aynadan ona bakan yüzün farklı göründüğüne dikkat etti. Ürkmüş ifade artık yoktu. Gergin bir çocuk gibi değil, bir yetişkin gibi görünüyordu."

Luton Kasabası ona 'dar' gelmeye başlayınca Justin, evden biraz uzaklaşmaya karar verir, havaalanına vardığında 'gitmek'ten ziyade 'durmak' daha cazip gelir ve Justin birkaç gün havaalanında yaşar. Onu ziyarete gelen Agnes de oradayken  havaalanında korkunç bir uçak kazası olur. Agnes, bu durumu atlatır ancak Justin, kaderin oyunlarına yeni başladığını düşünüp kendini iyice köşeye sıkışmış hisseder. Bu korkunç olayın sorumluluğunu da üzerine alır ve zihninde biriken biriktikçe de katlanan felaket senaryolarının altında ezilir. Oysa Justin sadece hayatında düzenli bir ruhun, huzur verici simetrisini istemektedir.
Justin'in hissettiği çıkmazların bir kısmını ergenlik zamanımda ve belki sonrasında ben de hissettim. Pamuklara sarmalanıp büyütülmenin verdiği bir tedirginlikle karşılaştığım olumsuzlukları bir başkasının benim yerime halletmesini istediğim de çok oldu.Bu yüzden de ergenlik zamanımda okusaymışım bu kitabı dedim :)
Justin'in anne ve babasının kitapta oldukça silik yer almasının,esasen Justindeki bu değişime nasıl ayak uyduracaklarını bilememelerinden kaynaklandığını net olarak görsek de 'neden gidip konuşmuyorsunuz bu çocukla' diye onlara sormak istemedim değil.

"Ama en önemli şeyi, nasıl kendin olacağını, nasıl yolunu bulacağını; yalnızlıkla, kayıp hissiyle, reddedilişlerle, hayal kırıklıklarıyla, utançla ve ölümle nasıl baş edeceğini öğretmiyorlardı."

Hikayede  Justin'in bir de hayali köpek arkadaşı Oğlum var. Oğlum, Justin'in iç dünyasının minik bir yansıması ya da köpekleri çok seven yazarın Oğlum'a farklı bir anlam katması.

Justin'i yaralayan Agnes'in aksine Peter ve kardeşleri tam olarak 'yara sarmalayıcı' görevini yerine getiriyorlar. Bunu yaparken de onu sıkmıyor, sadece onun biraz koşup terlemesini teşvik ediyorlar. Bu üçlü ve tavşanları Alice hikayenin en güzel bölümleriydi.
Kitabın geneli karamsar bir havada geçmediği gibi sonu da benim açımdan oldukça keyifliydi. Goodreads yorumlarına bakınca bu kitap için 'ortalama' bir yorum yazanın az olduğunu gördüm. Yani ya hiç sevmezsiniz ve 'bu kitabın amacı ne ki?' dersiniz ya da benim gibi 'eksikleri olsa da oldukça vurucu bir konu' dersiniz. Yazarın geçtiğimiz ay Astrid Lindgren ödülü aldığını kendi web sayfasından öğrendim. Türkçe'ye sadece 'Her İhtimale Karşı' kitabının çevrilmiş olmasına üzüldüm. Filmi de çekilen 'How I Live" ve diğer kitaplarının ON8 Kitap tarafından yayınlanmasını çok isterdim.







"Hayatı küçük parçalara, küçük arzulara, küçük ihtiyaçlara bölersen, yaşamak daha kolaydır."




Her İhtimale Karşı
Özgün adı: Just in Case
Yazan: Meg Rosoff
Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş
Yaş Grubu: 13+
E Yayınları, 2012, 216 sayfa, karton kapak
Devamını oku »